birinci bölüm: giriş.

36 4 7
                                    

Selam, yeni bir kurguyla karşınızdayım. Size başka ihanetler, sevgiler, umutlar getirdim... Ancak bu sefer bir şansımız var :)

İyi bir insan olmayı deneyenlere...

*

2014.

Bakışların ıslak, Ali. Neden ağlıyorsun? Güneşin altında nasıl da parlıyor yaşların ama... Neden ağlıyorsun? Kumun üzerinde seriliyken bedenin, sıcacık kumun... Tenin kavruk bir ateşten cevherken şimdi, kahve gözlerin hasretle bakarken etrafa, annen seni, evladım, diye çağırıyor duymuyor musun? Ellerin kumun içinde kaybolmuş, onları çıkarırken zorlandın az buçuk, kuşandığın ince kumaşlı beyaz atlet terden yapışmış üstüne, altındaki bordo şort kum tanelerinden boyanmış... Yüzün kıpkırmızı, yanmışsın... Görüyorum sağ tarafından.

Beni, omzunun üzerinden gözleri kısılmış bir şekilde suratımı incelemeye çalışarak gördü.

"Ömer," diye seslendi bana, birkaç metre uzağımdan Ali. "Ne yapıyorsun orada?"

Gözyaşlarını, kumla boyanmış kirli ellerini gözlerine götürmeden, kolunun temiz tarafıyla sildi. Terli kolu ne denli silebildiyse ıslak gözlerini elbette... Üzerini silkeleye silkeleye ayağa kalktı çabucak. Ayağındaki sandaletlerle sıcak ve kuru kumun üzerinde öylece dikildi. Bense denize kıyısını vermiş, dalgaların erişe erişe ıslattığı kumun üzerinde duruyordum. Yalın ayaklarıma, denizin tuzlu, ferah ve kısa dalgaları hücum ediyordu.

"Hiçbir şey, Ali," deyip ellerimi arkada buluşturdum. Yan tarafıma dönüp batı tarafındaki kayığa baktım. Onun üzerinde oturan ve birbirinin yüzüne dikkatlice bakan iki sevgiliye. Gülümsüyorlardı, uzaktaydılar fakat görebiliyordum. Parlak dişlerinin arasından çıkan sözleri duyuyordum hatta. Mümkün müydü birini böyle tatlı tatlı güldürmek? Mırıldanarak, "Yaz tatili bitecek, Ali. Bir ay kaldı, evlerimize döneceğimizi biliyorsun değil mi?" diye sordum.

Ona doğru baktım. Kolları iki yanında uzuyor, ayak başparmağının ucu kumu deşiyor, küçük oyuklar açıyordu. Yüzünde bir burukluk vardı. Nedendi bu burukluk?

Ona doğru yavaş adımlarla yürümeye başladım. Güneş tepemizde olduğundan fazlasıyla ısınan kumun üstünde adım attıkça ayaklarımın altı yanıyordu. Umursamıyordum. Ona ulaştım. Yere düşmüş yüzünü çenesinden iki elimin avuç içiyle kavradığım gibi havaya kaldırdım ve o tatlı kahve gözler doğruca bana baktı. Fakat bu birkaç saniye sürdü, bakışları çabucak aşağı düştü yeniden. Kumu seyrediyordu, gölgelerimize bakıyordu, gölge olmak istiyordu sanki...

"Neden ağlıyorsun, bana neden bakmıyorsun Ali?" diye sordum. "Sana kızdılar mı? Dünkü şey yüzünden mi? Kızdılar mı, söyle bana..."

"Babam," dedi.

Ardından da ellerimi itip çabucak yanımdan kaçmayı denedi lakin elinden yakalayıp onu durdurdum. Elleri küçücüktü. Hafif şişman bir çocuktu ve çok şirindi. El bileğinde ince ipli kırmızı renkte bir bileklik vardı, ucunda kuş tüyü şeklinde, metalden bir sembol. Aynısından bende de vardı. Ona, o bilekliği veren bendim zira. Arkadaşlık bilekliği. Yaz arkadaşlığı. Sev, arkadaşlığı.

Bilekliğe baktım biraz, sonrasında gözlerimi bileklikten ayırmadan, "Bana anlatmayacak mısın, Ali?" diye sordum, başımı sağa eğerek.

"Anlatacağım!" dedi ama sonra elini, ellerimden kurtarıp benden uzaklaştı. Bana nah çektiği gibi, "Nah, anlatacağım!" diye bağırdı ve dil çıkardı.

portre | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin