Tanıtım

88 3 0
                                    

En acı hikayeler ölümün pençesindekiler değil miydi?

Azrail, soğuk nefesini iliklerimize bir nakış gibi işlerdi. Kendisi gitse bile ölüm, hayatımızı süslemeye devam ederdi. O nefes bazen denizleri bile ürkütür, tufana sebep olurdu. Çünkü ölüm korkusunun altında, öfke çoktan yerini almıştı. Ruhumuzda yankılanan her sesin başladığı yer olan acı dolu çığlıklarımız , öfkenin yuvasıydı. Orada beslenir, orada büyürdü. Ve gün gelir o yuvadan uçardı. İşte o zaman yükselen denizler bile geri çekilir, ruhumuz bu ürkünç bedenin sinesine sığınırdı.

Biz insanoğluyduk..

Bazen ateş olur, yakardık.

Bazen buz olur, ateşi hasetle harlardık.

Kalemimizin ucu keskindi.

Kelimelerimiz hançer misali kağıdı, anlattıklarıyla yaralardı.

Ben Afra.

Afra Eral.

Bana göre her şey kaderin bize oynadığı bir oyundu. Ben iyi bir oyuncu değildim. Fevriydim. Üstelik ben bir savaştaydım. Ve savaş kesinlikle kaderin oynadığı oyun kadar basit değildi. Ben kendimle savaşıyordum.

Kendimin en büyük düşmanıydım.

Kendimin en yakın dostuydum.

En çok kendime güvenirdim.

En güvenmediğim kişi de kendimdi.

Bu savaşın sonunda ben kaybetmedim, ben kazanmadım. Ey benliğim! Dön geriye. Bak gördüğün bu harabe şehir senin eserin. Her eser bir yaşanmışlık taşırdı ve bu şehir de senin kaderinin aynasıydı. Adımlarının ezberlediği sokaklar, sesinin yankılandığı bu şehir senin evindi. Gün sonunda herkes ait olduğu yere geri dönerdi. Sen evini yıkmıştın, yakmıştın. Külleri bir fırtına gibi estiğinde savrulmuştu. Nereye sığınacaktın? Zemheriler elbette martla kavuşurdu, kavuran sıcaklar haziranda buluşurdu. Nerede korunacaktın ki karanlıktan? Hangi sıcaklık kucaklayacaktı seni?

Ben yaslanacağım duvarı kendim inşa etmiştim. Kaçmak istediğimde ona saklanmıştım. Görünür olmak istediğimde o duvarın üzerine çıkıp seslenmiştim ruhunu kaybetmiş bedenlere. Sesimi en çok o duvar duyurmuştu, beni sessizliğe en çok o duvar mahkum etmişti. Ama ben buradaydım ve yaşıyordum. Evet, yorgundum. Belki... Belki bir gün bunlarda geçerdi. Sadecelerimin yerine belkileri ben koymuyordum, bunları koyan içimdeki solmayan papatyalardı. Umut eden ben değildim, umut eden içimdeki ukdelerdi.

Sırtımı, başka bir sırta yaslayabileceğim güne kadar ben o duvara yaslanacaktım.

Kader! Ben bir savaştayım. Kaybedemem, giderim. Peki geri döner miyim? Limandan kalkan gemilerin rotası belliydi. Benimse sadece beni alabora eden dalgalarım vardı. O dalgalar geldikleri kıyılara beni de götürür müydü?

Dalgalar! Gökyüzünün mavisi beni almadan sizler beni maviliklerinizde misafir eder miydiniz?

Davetsiz misafiriniz bir tek ben miydim?

MÜTENAHİ ESİNTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin