2. Bölüm: "Ender Bir Karahindiba"

24 2 0
                                    








Şarkı

Sena Şener - Sonraki Gün




Hayat ve tesadüfler. Birbirine ne kadar zıt iki kelime değil mi? Hayatı birçok şeye benzetebilirdiniz: bir yola, bir hikayeye, bir oyuna... Ancak neye benzetirseniz benzetin bu, planlanmış bir şey olurdu, şahsımca. Attığımız yer adımın, aldığımız her nefesin hayatta bir yeri vardı; şu koca evrende bir karıncanın bile yeri olduğu gibi.

Peki, doğrularımız ve yanlışlarımız? Attığımız günahkâr adımların, günahkâr dokunuşlarımızın, günahkâr bakışlarımızın da bir yeri var mıydı? Bir şarkıda "Var olmak, sadece var olmak senin hakikatinde," diyordu. Eğer varlığımız hakikatimizse semânın altındaki kayboluşlarımız günahımızın bir parçası mıydı?

Bir nefes, bir adım uzaktaki günahımdan haberim olmadı. Ellerim uzandığı o taşı tanımadı, yeni bir yabancı. Baharın bebekleri, yeni açmış çiçeklerin uğramadığı yolum vardı. Yaşamın anlamı kalmadığı zaman kaderin, keskin kılıcını boynuma vurmasını isterdim.

Dünya'nın rengi solmuştu. Okyanusların rengi yoktu, kumsalların Güneş'le kavrulan o sarımtırak rengi yoktu, çiçekler tek renkti. Ben her şeyi yeniden canlandırmayı dilemiştim. Gözümdeki pınarların armağanı olan yaşlarımla sulamıştım nice çiçekleri. Sanki gökkuşağı alıp gitmişti tüm renkleri. Siyahı bırakmıştı bir tek. Onu geceden koparmaya gücü mü yetmemişti yoksa zaten almak mı istememişti bilemezdim. Sadece buradaydı işte. Siyah her yerdeydi. Göğsümde, gönlümde, gözlerimde, bakışlarımda, dudaklarımda, öpüşlerimde, her soluğumda...

Şimdiyse parmaklarımın arasındaydı.

Kalbimin de aynı bu taş gibi simsiyah olup olmadığını merak ettiğim zamanlar olmuştu. En azından dokuz yaşındaki o kız çocuğu bunu düşünmüştü. Sonra o kız çocuğunun büyüttüğü yirmi yaşındaki genç kız da demişti ki: "Kalbim simsiyahsa değilse bile eğer bir gün olursa onu ait olduğu yerden sökeceğim."

Gecenin o karanlık örtüsüyle örtülmüş kalpler vardı. Gece, şehrin ışıklarını da barındırırdı. O örtünün üzerinde yıldızlar vardı. Damarlardaki kan nehrinin akışı, bu örtünün altında başlardı. Onun sayesinde akar, bazen sellere neden olur, kanardı. Kanın o kırmızı rengi geceye değil, gecenin ruhuna bulaşırdı. Karanlık her gelişinde o kanlı katili de getirir, yıldızlarla bezenmiş örtüsünün altından ibretlik olsun diye çıkarırdı. O katili tüm ruhların önünde diz çöktürürdü. Ruhlar inanırdı ki artık köle olan katildir. Ancak bilmezlerdi ki o katil, çöktüğü yerde diz kapaklarıyla çukurlar açar; amansız ruhları o çukurlara gömerdi. Hem de ruhlar başlarındaki taç ile şöhretin sahibi olduklarını düşündükleri zaman. Kimileri bozguna uğradıklarını bile fark etmez, karanlığı sönen ışıklara benzetirlerdi. Aslında haklıydılar. O karanlığın sebebi sönen ışıklardı. Lakin bu sönüş ebediyete dek sürecekti.

Bu taş bana ait değildi, olamazdı. Ben satranç oynayamazdım. Oynayabilsem bile bir taşını yanımda taşıyacak değildim. Üstelik bu sıradan bir piyon değildi. Bunu üzerinde birkaç saniye dolaştırdığım bakışlarımla anlamıştım. Tasarımı daha farklıydı. Şu an bunu sorgulayacak vaktim yoktu. Çiğdem ile otururken yeterince vakit kaybetmiştim. Pastaneye geç kalmak istemiyordum. O yüzden hızlı adımlarla okuldan çıkıp otobüs durağına gittim.

Çok beklemeden otobüs geldi. Boş olan koltuklardan birine geçip oturdum. En çok kalabalık ortamlarda zihnim beni ele geçirirdi. Yalnızken bununla başa çıkmak benim için daha kolaydı. Sabah gözüme çalınan hatıram tekrar aklıma düştü. Zaten etkisinden çıktığımı söyleyemezdim. Böyle anılar kafamın içindeki kilitli kapının ardında eskimeye yüz tutmuştu. Fakat ara sıra o kapıdan çıkmayı başaran anılar bana böyle uğrardı.

MÜTENAHİ ESİNTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin