Defalarca kovsa da küfürler savursa da yalnızlığına, yalnızlığı onu hiç bırakmadı. Onu bırakmayan tek şey yalnızlığıydı. Eşini almaya ölüm gelmişti. Annesini almaya da daha önce gelmişti. Babası farklıydı. Babası ölüme gitmişti. Ölüm onu almaya gelmeden babası bedenini bir harabenin ortasında bırakıp ölüme gitmişti. Babasını düşünürken "Ne de çok üşümüştür şimdi adamcağız, bedeni bile yoktu yanında giderken." diye söylenmekten alıkoyamıyordu kendisini. Ama onu almaya gelmedi ölüm. Hiçbir zaman gelmedi. 86 yıldır defalarca kendisini hatırlatan ölüm, onu ebediyen almaya hiç gelmemişti.
Adam yalnızlıklarıyla meşguldü hep. Adam hep meşguldü. Günün her saatinde köstekli saatine ait akrep ve yelkovanı selamlaşırken yakalar, kıyafetlerini eşinin ona öğrettiği gibi yıkar, yemeğini eşinden aldığı tariflerle yapar -arada bir annesini de yad edip- rutinleşmiş rolünde devam ederdi ölümü beklemeye. 86 yılın 32 yılı böyle geçmişti. Adam yorgundu artık. Ölüm kedisini dahi alıp gitmişken nasıl olur da unuturdu onu? Ölüme kızgındı biraz bu yüzden. Arayıp sormuyordu da adama göre. En son kedisini alırken görmemezlikten gelmişti yorgun adamı. Daha sonra hiç ses seda yoktu ölümden.
Günler hep rutinlerle ölümü beklemekle geçmişti adam için. Beyninin godiklerinde adamın bir kapısı vardı. Bir gün ansızın kapı çalındı. Yemeğini masaya sererken anlamıştı bugün yalnızlığın da onu terk edeceğini. Gözlerinden kapının ardına baktığında anlamıştı zaten. Ay'ı giymiş üstüne de güneşli selamlaşıyordu kukuletası döngüyle örülmüş ölüm. Adam içeri aldı ölümü. Ölümü yemeğe davet etti. 8 kişilik yemek masasında karşılıklı yemek yiyorlardı. Rakı sofrasını andıran mönüde bir rakı eksikti. Adam kendi gibi yıllanmış mahseninden yıllanmış şarabını getirmeye gitmişti. Alıp geldiğinde ölüm parmaklarıyla açtı mantarını şarabın. İçinden kadehe dökülen her damla şaraptan bir silüet oluşuyordu. Sekiz kişilik yemek masasının dördü bir anda dolmaya başladı. Silüetlerin üçü etten kemikten insanlara dönüştü. Diğeri kedisiydi. Anlamıştı, tanımıştı hemen. Annesi gülerek selamladı. Babasının boynundaki morluğu görünce üzerini örtmek istedi. "Üşüyordur hala." Ölüm tek hareketle üstüne turkuazvari bir palto örtü. Eşini görünce adam üzgün üzgün baktı. Belki de son defa görüyordu onu. Eşi gülümsedi adama. Adam gözleriyle selamı alıp elinden tuttu masanın üzerinde. İki sandalye daha boştu. Ölüm kukuletasının altından adamın yalnızlıklarını çıkarıp oturttu sandalyelere. Adam 86 yıldır yaşadığını sandığı bir anda ölüm ayağa kalktı. Öncelikle yemekleri işaret ederek teşekkürünü sunar gibi bir bakış attı. Daha sonra ellerini ovuşturarak önce yalnızlıkları yok etti. Daha sonra sırayla annesi, babası, eşi ve kedisini yok etti. Ölüm tam elini kaldırmışken bir anda yok olduğunu hissetti. Gözleri kapalıyken küçük bir zaman girdabından kaydığını hissediyordu. Ölümü selamlamadım diye düşünürken anlamsız bir ses çıkarıyordu ve kanlar içindeydi. Yeşil giymiş bir adamın beyaz plastik ellerindeydi. Hala o anlamsız sesi çıkarıyordu yorgun adam etrafına bakına bakına. Yeşil giymiş adam gözlüklü ve kafasında boneyle gülüyordu suratına. Loş bir ışıktalardı ve annesinin morarmış terli suratını görmüştü. Bir anda kendisini annesinin kucağında buldu. Babası sevinç gözyaşlarıyla içeri girdiğinde kedisinin tüylerini omuzlarında gördü. Adam anlamıştı. Ölüm ona bir şans daha vermişti. Ve artık beklediği tek kişi eşiydi...