Sararan perdelerin korkunç kirli görünümü beni rahatsız etmediği gibi yanı başımda oturan 55 yaşındaki verisiye defteri boyundan aşan yaşlı teyze için feci bir felaketti. Sürekli her gördüğünde gençliğinde aynı benim gibi böyle bir durumdan rahatsız duymadığını fakat yaşlandığında onu rahatsız etmeyecek en ufak şeylerin bile rahatsız ettiğini ve ona göre davrandığına dair tavsiyeler verirdi. Ben de saygı gereğinden dinlerdim ama tavsiyelerinde ki sözlere de anlam verdiğim pek de söylenemez. Çünkü bu tavsiyeleri önemsemeyecek kadar kendimi ve yaşamı kolay buluyordum.
Her gün aynı ve değişmeyecek şekilde ilerlerken yatağımdan kalkarak etrafa göz gezdirdim. Belki de yaşlı teyzeye hak vermem gerekiyordu. Sadece sararan perdeler için değil evin her yeri için. Bu ev bir boşlukta sürünürken sanki ben onu bulmuşum ve içini eşyalarımla doldurmuşum...o misal yani. Bunun hem olumlu hem olumsuz anlamı vardı. Olumlu anlamı, bu evin bana çağırıştırdı görünüm. Felaket içinde ama yine de bir şekilde ayakta kalmış. Olumsuz anlamı da,kendimden başka kimselerin buna bir değer vermemesi ve yanımda olmaması.
'Sıradan bir ev işte neyin betimlemesini yapıyorsun!?' diyor içimden bir ses. Ben de biliyorum bir ev olduğunu! Ama sıradan değil. Ve sıradan olmaması betimleme yapmamın nedeni zaten. Anlata anlata bitiremediğim ev ile alakalı bu düşüncelerimi bir kenara bırakıp pencereden yaşlı teyzenin odasına bakakaldım. Bu kadın nerede yatıyordu böyle. Yatağı tertemiz, hiç dokunulmamış. Koltukta da uyuya kalmışta olabilirdi ama hiçbir zaman onu odasında göremedim.
Derin bir iç çekişlik ardında krem rengine yakın dolabın kapağını açıp göz gezdirdim. Fazla bir kıyafetimin olmadığının farkına vardım. Kahverengi tonlarında kayan bu renkler aslında beni o kadar anlatıyordu ki beni anlamak istiyorsan kıyafetlerime bakman gerekli der gibiydi. İçlerinden kahverengi pantolonu ve üstüne kalın askılı tam da tenim renginden bir üst aldım.
Giyinmeden önce kaset çalardan dinlemekten asla bıkmayacağım kaseti taktım. Şarkı başlar başlamaz tam göğüsümde aniden bir sevinç başladı. Ani bir mutluluk. Gülümseyerek ellerindeki kıyafetleri tek tek giyinerek en son saçımı toplayıp toplamayacağıma karar vermek için aynanın karşısına geçtim. Yalan söylemeyeceğim,kendimi aynada görünce korktum ki. Gözaltılarım o kadar kızarmış ki bembeyaz tenime sanki makyaj yapılmış gibiydi nedenini ben bile bilemedim.
Turuncu ve kahverengi arasında kaybolan saçımı toplamamaya karar verdim. Yavaşça bu cansız saçları taramaya başladım. Dökülüyorlardı çokça. En sinir olduğum şey! O kadar sinir oluyorum ki. Şampuanımı değiştirmem gerek herhal. Ani gelen bir esnemeyle arkamı döndüm ve yatağı toplamaya ne kadar üşendiğimi hissettim. Ve öylede oldu yatağı toplayamadan ayaklarım mutfağa çevirdi beni.
Bu havada buz gibi hissetmenin verdiği mutluluğu vardı mutfakta. Titreyen ellerimi dolaba yönelttiğimde pencereye konan güvercinin silüetini görünce yerimden oynamam da saniyeler içinde olmuştu. Yandan bakınca, korkunç bir siyah silüetin burada ne işi var diye içimden geçirmediğim değil.
Tekrar dolaba yöneldiğim de şaşkın bir bakışla karşımdaki hiçlik manzarasına bakıyordum. Evet cidden bir hiçlikti çünkü bir gram bir şeyler bile yoktu. Masaya gözüm kaydığında yarım kalan bir makarna olduğunu gördüm. Ocağın üstünde ise sadece bir tencere olduğunu da. Eğer aç olan bir hırsız değilse bu son yemeğim Jeongin tarafından tüketilmişti. Bu çocuk hiçbir zaman ve hiçbir şekilde ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Kesinlikle gelişi güzel yaşıyordu bu hayatı.
Kapağı kapatıp,tekrar odama döndüğümde üzerime kahverenginin en açık tonlarında olan bir ince bir hırka giyip en sonunda gri tonlarına yakın omuz çantamı takar takmaz kaset çaları durdurarak kendimi kapının önünde ayakkabı girerken buldum. Hızlıca ayakkabılarımı giyerken karşıma yan kapıyı aralayan komşumu gördüm. Daha doğrusu sadece 'kapı sohbetim olan komşumu'. Elleriyle koca bir kutu taşıyordu.
"Bu hangi ödevin işkencesi" dedim tam o sırada bana bakarken.
"Cevabını bildiğin soruları sormayı çok seviyorsun galiba." dedi ciddi bir ses tonuyla. Gülümseyerek cevap verdim;
"Anladım yine sınav haftasına giriyorsun ondan bu ciddiliğin." Bana bakmadan kapısını kitlemek için elindeki kutuyu yanında ki dolabın üstüne koydu.
"Ben her seferinde ciddiyim."
Başladı yine ukala tavırlarına her zaman olduğu gibi. Bazen anlayamıyordum. Bana soğuk mu yapıyor yoksa gerçekten stres altında olduğundan gülecek ve eğlenecek vakti olmayıp ciddiliğine mi bürünüyordu bunu bilmiyordum. Yüzümdeki gülümsemem gitmiş bir cevap vermeden kapımı kilitledikten sonra merdivenlerden aşağı inmeye koyuldum.
"Chaeryeong" kalın sesiyle adımı seslendiğinde tuhaf hissetmiştim. Arkamı dönüp bu hissi gizlemeye çalıştım.
"Jeongin.... Sanırım Jeongin, bugün birileriyle tartışacak bir şekilde görünüyor. Onun yanına uğraman iyi olur." Çokta anlamayan bakışlarla sorumu sordum.
"Nasıl yani? Ne tartışması?"
Ukala bir şekilde iki eline de cebine koyarak nedensiz bir umursamamazlıkla konuştu.
"Evine girmeden önce biraz sohbete girdik. Bana bir şeylerden bahsetti. Yani bir tartışma yaratacağını ve seni de etkileyeceğini söyledi." Düşünmeye dalmadan, başımla teşekkürler anlamında sallayarak hızlıca merdivenleri inerek durağa doğru ilerledim.
Jeongin tartışsa neyse umrumda bu kadar olmazdı. Ama beni etkileyen ne olacaktı işte bunu bilmiyordum. Bunun merakıyla otobüse bindiğim gibi aklımda değişik senaryolara yer verdim. Amacı bir güç gösterisi olabilir mi diye düşündüm ama öyle bir şey olsa beni de katmazdı. Bunu ancak yanına gidip neler olup bittiğini öğrenene kadar bilmeyecektim.
Böylece bir günün yarısından çeyreğini tamamlamış oluyordum.
Medyadaki şarkıyı dinlemeniz şiddetle tavsiye edilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüler Konuşamaz | Lee Chaeryeong
Fanfiction"Gün gün dökülen derimin altında soyulan bu ruhumun tek ilacının sıcak bir yatak ve güven veren elleriyle saracak olan bir ten olduğunu fark ettim. Ama ne bir sıcak yatak ve ne de bir ten vardı. Sadece vücudumu ısıtan olumlu düşüncelerin verdiği sev...