1894 : mart ayı

125 16 54
                                    

yağmur mevsiminin geldiği bu zamanlarda, tıklım tıklım dolu olan bir gemideyiz. küçük kamaraların her birinde kalan yolcular, kazan dairesine yaklaştıkça, yağ ve küf kokusuna maruz kalıyorlar. üst güverteye gelirsek, tek kelimeyle adım atacak yer yok. insanlar yapacak hiçbir şeyleri olmadan bir yere takılıp kalmış olmanın verdiği sıkıntıyı ve huzursuzluğu bastırmak için ileri geri dolanıp dururken nefes bile almadan sohbet ediyor. kısacası geminin hareketli geçitlerinde yalnız kalmak olanaksız.

ama herkesten uzakta trabzanlara yaslanmış genç bir kadın duruyor. kömür kadar siyah saçları korsesinin bitiş, eteğinin başlangıç kısmına kadar uzanıyor. sarı gözler batmakta olan güneşi dalgın bir ifadeyle izliyor. üstündeki mor elbise saçlarıyla beraber gözlerinizi ayıramayacağınız bir portre oluşturmasına rağmen, başka kadınlarla karşılaştırıldığında eteği olması gerektiği kadar kabarık değil. ayrıca tek bir bakışla bile oldukça yorgun olduğunu rahatlıkla görülebilirken etrafında ki erkekler gözlerini ayırmadan birkaç saate başlayacak baloya ideal partner olarak onu inceliyor.

kadının aniden kafasını arkasına çevirmesiyle hepsi korkmuş bir yılan gibi geriye çekiliyorlar. ayakkabılarının bu gürültüde zorlukla çıkarabildiği adım sesleriyle oradan uzaklaşıyor. çoğu kişi dikkatini başka yerlere dağıtırken üst katta son hazırlıklar yapılıyor. sadece bir kaç saat içinde güvertede tek bir insan bile kalmıyor. herkes; yukarıda al martino'nun söylediği hello, memory eşliğinde dans ediyor, dudaklarına kadehlerini kaldırmakla meşgul.

bahsettiğimiz hanımefendi bu sefer saçlarını sarı bir kurdele ile bağlamış, omzundan aşağıya doğru kaymalarına izin veriyor. üstünde gözleriyle aynı renk bir elbise bulunmakta. elbisenin eteğindeki gül nakışları kuyruğu bile kaplarken elinde eşleşen yelpazesiyle güzel yüzünü kapatmakla meşgul.

ne kadar herkes onu kaldırmaya çalışsa bile dans etmeye istekli gözükmüyor. eline tutuşturulmuş kadehten bir yudum daha alarak yüzünü buruşturuyor ve kapıya ilerliyor. birkaç merdivenin ardından bu sefer karanlık olan güverteye tekrar ulaşıyor. kendisinden başka kimsenin olmadığını düşündüğü için rahat bir nefes veriyor, rüzgar saçlarını dağıtırken sadece göz kapaklarını örtüyor.

ve saniyeler içinde yalnız olmadığını fark ediyor.

"onu izlerken zaman kavramını resmen yitirmiştim. bir saat geçmişti ya da dakikalar belki; devasa beşik inip kalkarken, her şeyiyle orada parlayan kadın beni zamanın içinde savurup duruyordu. rüyalarımda görebileceğim kadar kusursuzdu. ama gerçek olmak zorundaydı. bu sihir dolu dakikalar bitemezdi! 

gökyüzü sanki kendisi yeterince parlamıyormuş gibi, kadının üzerine gümüşi bir ışıltıymış gibi akıp duruyordu. aşağıdan gelen su sesinin hareketleri ve üzerinde yıldızların sel gibi duruşuyla kadın cennetten düşmüş bir melekti. insan olmasına imkan yoktu.

bu varlığı ne gemide ne koridorda ne de balo salonunda görmüştüm. omuzlarına zorlukla dökülen, yıldızların serpiştirildiği saçları ve üstündeki ipek kadar hafif gözüken beyaz elbisesiyle bile yüzünü görmeden büyülenmek mümkündü."

genç kadın bir anda ona döndüğünde iki sarı rengin birbirinin içinde kaybolması gerçekleşmiş, dünya sanki bu çiftin buluşmasıyla dönmeyi bırakmaya karar vermişti. leydi meleğe yaklaşmak için adım atarken, süt beyazı tenin sahibi gözlerini ayırmadan onu izlemiş, yıldızların tanrıçasının önünde dizlerini kırarken mırıldanmıştı. "kabalığımı mühim görün ancak bu dansı bana lütfeder misiniz?"

eller birbirini kavradığında balodan gelen kısık sesli müzikle bir vals başlamış, sarı ve beyaz kumaşlar her hareketlerinde uçuşmaya başlamıştı. iki göz birbirine bir an bile bakmayı bırakmamış, konuşmayı reddetmişlerdi.

müziğin azalmasıyla adımlar yavaşlamış, uyumları bir anda sönerken eller boşluğa doğru yuvarlanmıştı. siyah saçların sahibi anın büyüsüyle yüzünü genç kadının omzuna yasladığında kısık sesli bir nefes verilmiş, dudakları kıpırdamıştı; "tanrı'nın seni cennetten kovması ne yazık."

beyaz parmaklar çenesini kavrayarak yüzünü kaldırdığında leydi, meleğin sesini dudaklarında hissetmiş, dudaklarında duymuştu. "günahlarım yüzündendir belki." pembe dudaklar onunkileri kavradığında sıcak nefesler birbirine karışmış, ay onları son kez aydınlatmıştı.

böylece 1894 yılının mart ayında iki günahkarın tek şahidi bir gemi güvertesi ve onları aydınlatan gökyüzü oldu. 

;;

comfort birseyler yazmak istedimm kısa ama olsun!! (sona doğru çok acele ettim gibi) birde daha fazla bu platformda gl görmemiz gerek bence, neyse umarım begenmissinizdir (p≧w≦q) 


gökyüzü :: domijeanneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin