Bu hikayeyi uzun zaman önce yazmıştım. Hatta karakterlerle bağ kurmuştum diyebilirim. Normalde bu platformda hikaye yayınlamak istemiyordum ama uzun zaman sonra taslakta bu bölümü okuyunca Ali ile Meltem'in zihnimde kalmasını istemedim. Öyle düzenli bölüm atacak biri olduğumu da sanmıyorum. Fakat bu bölümü okuyunca yayınlamak istedim.
Salt kötülük var mıydı ya da saf iyilik? Herkesin içinde iyiliği ve kötülüğü barındırdığı bir benliği vardı. Bu benlikler de sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz için oluşmuyor muydu oysaki? Bu benliklerle çizmiyor muyduk en keskin sınırlarımızı?
Ben sınırlarımı babam için çizmiştim. Babam için o sınırlarda kalmıştım ve babamdan sonra da o sınırlardan bir daha hiç çıkmamıştım.
Derslere olan ilgimde pek olmadığı için genellikle en arka sırada oturur ya uyurdum ya da çizim yapardım. Bu yüzden hocalar kaç kere okula velimi çağırmakla tehdit etmişlerdi beni. Hatta yine uyukladığım bir derste- ki bu ders sesinin ayarına sadece benim değil bütün sınıfın rahatsız olduğu Türkçe öğretmenimizin dersi- hoca kimsenin dersini can kulağıyla dinlemediğine bozulup sinirlenmiş olacak ki yanıma gelip çok sert bir şekilde sırama vurmuştu.
Hem ortaya çıkan güm sesiyle hem de tahtanın ilettiği sesten dolayı olsa gerek sıçrayarak kalkmıştım. Daha kendime gelemeden cırtlak sesiyle bağırması da cabasıydı... Ahh cidden bu ses tonuyla nasıl öğretmen olabilmişti bu kadın...
"Yeter artık! Kaç oldu ses etmedim ama burama kadar geldi. Hayır anlamıyorum ki okumaya niyetin yoksa söyle anne babana göndermesinler seni okula. Yazık onlara da... Baban senin için kim bilir ne kadar çalışıyordur, annen kızım okumaya gidiyor diye biliyordur seni...Ama şu haline bak! Yazık...çok yazık" dedi yüzünde tiksintili bir ifadeyle.
Bazı derslerde hocalar çizim yaptığımı gördüğünde imalı bir şekilde bana laf ederdi ama hiçbirine cevap vermeye tenezzülde bulunmazdım. Umursamazdım çünkü.
"Sizin sandığınızın aksine babam değil annem çalışıyor kızına yetebilmek, onu koruyabilmek için... Yine sizin sandığınızın aksine okumaya niyetim var ama bu niyet sizin cırtlak sesinizle anlattığınız dersi dinlememe bağlı değil." Son sözümü söylememle kıpkırmızı bir şekilde kalan öğretmen daha da sesini yükselterek- kulağımın zarının hala nasıl patlamadığına şaşırırım- beni müdürün odasına yollamaya çalıştı. Çalıştı çünkü yerimden kalkmadım. Kıpkırmızı kesilmiş olan yüzüne arsızca bakıp gülümsedim.
"Bakalım aileni aradığımda da bu gülümsemeyi bana sergileyebilecek misin? Ya babanın telefon numarasını verirsin ya da doğruca disipline doğru yol alırsın!" deyip telefonunu almak için masasına doğru gitti.
Telefonunu alıp tekrar başıma dikildi. Kendisine sadece dik dik bakıyordum ve hiçbir şey söylemeyeceğimi anlamış olacak ki sınıfımızdan bir çocuğu müdürün odasına yolladı.
Sınıfta gergin bir bekleyiş vardı ve tek ses Türkçe öğretmenimizin benim ne kadar terbiyesiz olduğumu söylenmesiydi. Ki bu söylenme de müdürün sınıfa gelmesiyle bölünmüş oldu.
"Ne oluyor Bahar Hanım beni çağırmak için odama öğrenci yollamışsınız." diyen müdürün konuşmasıyla Türkçe öğretmeni ses tonunu düşürüp nefretle bana baktı.
"Meltem hanımın terbiyesizliğiyle uğraşıyoruz hocam. Hanımefendi derslerimde ya uyuyor ya çizim yapıyor. Ailesiyle bu durumu konuşmak istediğim için velisinin telefon numarasını istedim ama gördüğünüz gibi yüzüme bön bön bakıyor."
Müdür geldikten sonra düzene sokmaya çalıştığı sesi sonlara doğru tekrar yükselmişti. Ya bir insan çığırmadan konuşamaz mıydı? Bu kadın bu durumun ilk somut örneği olarak verilebilirdi.
YOU ARE READING
Farkına Varamadıklarımız
General FictionSevdiği adamda çocukluğunun travmasını atlatmaya çalışan bir kız ve sevdiği kızda travmalarını unutan bir çocuk..