hayatı hayat yapan, özündeki değişimlerdi; hayatın özüyse insanın ta kendisiydi. böylece insan deviniyor, hayat da bu değişimlerle var oluyordu. çok şanslıyız ki, insanoğlunun en etkileyici özelliklerinden biri adapte olabilme yeteneği. fiziksel veya psikolojik olarak yaşanan her türlü travmaya adapte olabilir insan. bu yüzdendir ki dünyanın yedi kıtasında da iyi de kötü de olsa izini bırakmış ve yaşamını sürdürülebilmiştir.
insan adapte oluyordu olmasına ama bu adapte olma süreci sözcüklerle ifade edebildiğimiz kadar kolay gerçekleşmiyordu, orası ayrı. insan, değişime ayak uydurmayı becerebilse de hali hazırda olduğu durumu ve konumu koruma isteği de baskın bir duygu olarak onun zayıf noktasını kolluyordu elbette. bu inkar ve alışma süreci de doğal seçilim dediğimiz kavramı doğuruyor bildiğimiz gibi.
iş duygu ve düşüncelere adapte olmaya geldiğindeyse bazen çok kolay bazen de bir o kadar sancılı bir süreç olabiliyor bu. özellikle toplumun veya yakınlarımızın tepki göstereceğini düşündüğümüz düşüncelerimizi kendi kendimize fısıldamaktan bile delicesine bir çekinge duyarız. işte taehyung da bu yüzden aslında kabak gibi gözünün önünde olan bir gerçeği uzun süre inkar etmiş, sese dökmeyi bırakın zihinin içinde bile kendi kendine konuşamamış, duygularını itiraf edememişti. okuldan sadece tanıdığı insanlar ya da oradan buradan bildiği insanların düşüncesini önemseyecek biri değildi taehyung ki önemsemiyordu da lakin annesinin bir ters bakışına, kalbini kıracak bir yorumuna şahit olacağım diye de aklı gidiyordu çünkü sevdiği kişiler tarafından kabullenememeye gelemezdi, biliyordu.
dünya üzerinde en yakın arkadaşına ilgi duymaya başlayan ilk insan taehyung değildi elbette ki. ancak taehyung, bunun normal bir şey olduğunu her ne kadar kendine içten içe hatırlatsa da; jimin ile olan ilişkilerini berbat etmiş gibi hissetmekten de kendini bir türlü alıkoyamıyordu. arkadaşının duygularından bir haberken geri alamayacağı bir eylemle içindekilerini dökmesi de onu daha da endişe batağına çekiyordu.
taehyung, yıllardır kızgınlık yaşayan bir omegaydı. ilk yılında neredeyse bir soğuk algınlığı gibi atlatırdı o dönemleri, sonrasındaysa sarılabileceği ya da en basitinden yanında kendini mutlu hissettiği biriyle olmayı ihtiyaç olarak duymaya başlamıştı ki bu kişi ilk zamanlarda annesi veya babası olsa da, sonrasındaysa jimin'e evrilmişti ama taehyung'un jimin'e duyduğu hisleri son birkaç kızgınlığına kadar asla cinsel arzularla alakalı değildi, bundan emindi.
son zamanlarındaki kızgınlıklarındaysa yanı başında uyuyan arkadaşı ile kendini farklı konumlarda hayal etmekten alıkoyamıyordu ve bu taehyung'un binlerce hissi aynı anda yaşamasına neden oluyordu ancak maalesef bu duygularından biri de suçluluktu. çünkü tanrı aşkına, zorunda olmamasına rağmen yıllardır ona zamanını ayıran en yakın arkadaşını kirli düşüncelerine alet etmek kendisine alçak bir hareketmiş gibi geliyordu ama kendi düşünceleri bile olsa ipler taehyung'un elinde değildi.
yine de artık kendini dizginleyemediğinde ve jimin'i öptüğünde, kendini bir karşılık almayacağı konusunda sonuna kadar inandırmıştı. küçük çocukların ailelerinin bütün uyarılarını hiçe sayıp yapma dedikleri şeyi bir kere yapıp rahatlamaları gibi, jimin'i bir kerecik bile olsa öpse rahatlayacakmışçasına düşüncelere kapılmıştı. zaten bu da arkadaşına bu adımı atmasında en büyük motivasyonu olmuştu. ancak onun sadece kendini bastırdığı dudaklar birbirinden ayrılıp dudaklarını kavradığında, taehyung hayatının en büyük yanılgısına bir aptal gibi kapıldığını anlamıştı. bir kere öpse rahatlayacağını düşündüğü dudaklardan ayrılmamak için o an bütün hayatını ortaya koyabilirdi, bunu çok geç anlamıştı. bu yüzden artık ciğerlerinde bir damla nefes kalmamasına rağmen jimin'in dudaklarından kendini koparamıyordu ki sonunda arkadaşı geri çekilmişti. gözleri anın sarhoşluğuyla yarı kapalı olan taehyung, ikisinin dudakları arasında ipince bir bağlantı kuran sıvıyı gördüğünde aklını kaybetmemek için bütün gücünü kullanmıştı.