Abra

166 31 0
                                    


Sadar toprağa ayak bastığında ben olduğum yerden bir an bile kıpırdamadım. Savaş olacaktı. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım: geceyi ilan eden aysız gökyüzünde onlarca yıldız vardı. Gözümü bir an bile kırpmadan olabildiğince durgundum. Arkada bekleyen ordum ve önümde savaşmak için bekleyen ordu benim emrimi bekliyorlardı. Ejderhalar ormandan çıkamazlardı ve deniz kıyısını çok fazla aşamazlardı: ölürlerdi. Bakışlarımı ileriye dikip tüm soğuk kanlılığımla sağ elimi havaya kaldırdım. İçimde akıp giden güç elime ulaştığında yumruk yaptım, bulutumsu çizgiler belirdikten birkaç saniye sonra elimi indirdim. Kimse ne yaptığımı anlamamıştı, şamanlar dışında. Elimin etrafındaki dolanan çizgiler son derece küçüktü bu yüzden anlamaları zordu lakin birazdan yaptığım şeye bizzat şahit olacaklardı. Gemiye doğru yürüdüğümde arkamda bıraktığım sudan köprü birkaç adım arkamdan yıkılıyordu ve çoğu kişi elimi bu yüzden kaldırdığımı sanmıştı ama çizgiler mavi değil kahverengiydi.

Gemiye adımımı atar atmaz kıyıda uçuşan ejderhaların ormanın içine doğru gittiğine ve bununla birlikçe çığlıkları işitmiştik. İris meraklı gözlerle sormuştu neler olduğunu, ''gazabımızla yüzleşecekler.'' Yüzümdeki soğuk kanlılık herkesi bana karşı geri itiyordu.

''Akman'a direnmeden biat ettiler ama sizi ret ettiler. Bunu anlayamıyorum.'' Akel en arkada bana bakıp söylediği bu sözlerden hemen sonra şaman Kam Tuyon konuşacaktı, ''yeraltına hizmet eden herkese hizmet ederler. Biz gökyüzüne hizmet ediyoruz.''

''hayır,'' dedim gözümü ilerideki ateş püskürten ejderhalardan ayırmadan, ''tek sebep bu olmamalı... bu işin içinde başka bir şey var. Lakin şimdi savaşma vakti. Sayın Kraliçe İris karaya ulaştığımızda ordunuzla ormanı dondurmanızı istiyorum. Ejderhalar ormandan besleniyorlar. Anca bu şekilde onları zayıflatabiliriz.'' Bu sözlerimden sonra İris boyun eğerek kabul etti ve ben Akel'e bakarken Tulpar ile Merküt çoktan geminin gövdesine konmuşlardı. İkimiz hızla onlar bindik, ''arkamızdan gelin, rüzgâr ve deniz size yardım edecektir.'' Bu son konuşmam olmuştu. Hızla havalanıp gemiden ayrılmıştık. Karaya yaklaştığımızı gören bazı ejderhalar bize doğru geliyorlardı. Akel, ne yapacağız, diye bana baktığında ilerlemeye devam ettim: o da beni takip etti. Gemiler rüzgârın ve denizin yarımıyla hızla geliyorlardı ve ejderhalar da hızla geliyorlardı. Bize çok ama çok yaklaşmışlardı, Akel'e baktım ve onun korkulu gözleri beni izliyordu, ''yüksel!'' emrimden hemen sonra bineklerimizi yukarıya doğru henüz hareket etmiştik ki denizden çıkan bir yaratık önümüzdeki üç ejderhayı ağzıyla yakalayarak öldürdü ve denize tekrar daldı. Yaratık altımızda kaldığı için Akel korkuyla aşağıya bakıyordu, ''o da neydi?'' sesindeki heyecan beni de heyecanlandırmıştı, ''Abra, denizlerin koruyucusu ve Denizlerin Lordunun yardımcısı.''

Lordumun yardımıyla önümüzdeki engel kalkmış ve doğruca ormana giriş yapmıştık. Ejderhaların yoğun olarak ateş püskürttükleri yere ulaştığımızda aşağıdaki manzara son derece dehşetliydi. Tepegözler toprağın içinden hortlar gibi çıkıyor ve merkez kaleye saldırıyorlardı. Birçok yerde yıkım söz konusuydu ve ölenlerin sayısı elbette fazlaydı. Aşağıda ateş püskürten ejderhalar Tepegözlerle mücadele ederken gökyüzündekiler yerden gelen saldırılara karşı lüzumsuz bir direnişin peşindelerdi. Altı ejderhanın aynı noktaya ateş püskürdüğünü gördüğümde anladım: bu oydu, Lort Aspar. 

(Toprağın Lordu, Lort Aspar)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

(Toprağın Lordu, Lort Aspar)

Akel ve ben bu altı ejderhaya ulaştık ve onları kendimize yönlendirdiğimizde lordumun üzerindeki baskı azalmıştı. Toprakla etrafına set yapmıştı ama ateşle pişen toprak kas katı kesildiğinde o eşsiz gürzüyle toprağı dağıtmıştı. Peşimde dolanan ejderhaları havada Tulpar sayesinde şaşırtıp ikisini birbirine çarptırdığımda geriye bir tane kalmıştı ve Tulpardan arkasına geçmesini istemiştim. Ani bir manevrayla geride kaldığımızda ejderha afalladı ve geriye doğru döndüğünde çoktan yapmam gerekeni yapmıştım. Kuyruğuna yapışmış ve dengemi sağladığımda hızla kafasına doğru koşmaya başladığımda o hâlâ Tulparı takip ediyordu. Çok büyüktü ve kafasına ulaşmam dakikalar sürdü. Üzerinde olduğumu yeni fark ettiğinde artık beni düşürmek için çırpınıyordu ama ben yerimi sağlama almıştım. Kafasının üzerindeki küçük hörgüçlerden birine tutunarak yumruğumu sıktım. Başına yaklaştırdığımda çığlık atmıştı ve canı acıyordu çünkü gücünü avuçlarımda topluyordum. Kanatları yarım yamalak çırptığında yavaştan düşüyorduk ve ben yeterince güç topladığıma emin olduğumda kolumum etrafındaki beyaz şeffaf bulutun verdiği hazla sertçe bir yumruk indirdim. Onu onun gücüyle alt etmiştim ve şu an kafatası ezilmişti: ölmüştü. Yere yakındık ve setçe toprağa yüz üstü yapışıp ileriye doğru biraz sürüklendiğinde ben kafasının üzerinde duruyordum. Hemen o anda buz ordusu arkamdan kışla beraber saldırıya geçmişlerdi. Ne etkili bir girişti böyle, ''hava atmaya bayılıyorsun'' diyerek benimle eğlenen Akel peşindeki ejderhadan kurtulamamıştı ve benden yardım istiyordu. Peşindeki ejderha giderek yaklaştığında ağzındaki ateşe bakarak gelen Tulpara doğru koştum. Hızla üzerine binip yükseldiğimde Akel'in arkasına takıldım. Ejderha benim peşime takılmıyordu bir türlü, Akel onun için tek hedefti. Ben de bunu fırsat bilerek Akel ile yer değiştirmeye karar verdim, ''hatırlıyor musun?'' diyerek aramızdaki mesafe yüzünden bağırarak, ''Şahmeranın yanından gelirken gökyüzünde bir şey yapmıştık.'' Akel direkt hatırladı ve direkt cevap verdi, ''hayır!'' korkulu gözlerle baktığında ben çoktan harekete geçip bineklere emir vermiştim. Tulpar ve Merküt birbirinin etrafında ters döndüklerinde Akel'in çığlıkları her yere yayıldı. Ben onu kolundan tutarak Merkütün üzerinden aldım ve aşağıya geçen Tulparrın üzerine atarak Merkütün üzerine yapıştım. Bu işe yaramıştı zira ejderha bu sefer beni takip ediyordu. Akel Tulpara kurulduktan sonra bir oku yayına yerleştirerek ejderhanın gözünü hedef aldı, ''çok hareketli!'' diye bağırdığında olabildiğince onu kendime yakın tutuyordum ve olabildiğince Akel'e açı kazandırmaya çalışıyordum. Ateş saçan ejderha bana çok yakındı öyle ki saçtığı ateşin sıcaklığını ensemde hissediyordum, ''vur şunu artık!'' dememle birlikte ateş aniden kesildi ve ejderha çığlıklar içinde yere doğru süzülmeye başladığında Akel nefes nefeseydi. Sadece yaraladığımız ejderha değil diğer uçan tüm ejderhalar birer birer yere doğru iniyorlardı. Sebebi belliydi İris tüm ormanı donduruyordu. Az ileride devasa kalenin dışındaki açık meydanda şamanların büyülü kalkanı korumasıyla diz çöküp ellerini toprağa değdirerek ulaşabildiği her yeri donduruyordu: ejderhalar güç kaybederken buz ordusu güç kazanıyordu. Ejderhaya dönüşme fırsatı bulamayanlar ellerindeki silahlarla Tepegözlere ve Lort Aspar'a karşı direniş içerisindelerdi. Kalenin kapılarını kıran Tepegözlerin sayesinde buz ordusu kalenin içerisine doğru saldırıya geçtiği sırada ormanın içlerinden onlarca asker saldırıya geçti, bunlar krallığın geriye kalanından gelenlerdi. Donan orman artık onların en büyük zayıflıklarıydı ve şimdi birer insan olarak savaşıyorlardı, kimisi çıplak kimisi zırhıyla. Hemen aşağıya idim ve gelen yeni orduya karşı kaleye doğru koşan ordudan ayrılan bir kola önderlik ederek Merküt'ün üzerinden ilerliyordum, ''pençelerini ve kanatlarını çıkarma vakti'' dediğimde Merküt yere çok yaklaşmıştı ve ben üzerinden atlayarak yerde birkaç tur attığımda o kendi etrafında hızla dönerek birer hançere dönüşen kanatları ve pençeleriyle gelen düşman askerlerin içinden geçti. Yolun açılmasından sonra Merküt havalanarak oradan uzaklaştı ve arkadan gelen askerlerimle birlikte koşarak birebir çarpışmaya geçtik. Bitmek bilmeyen akınlarla çoğalıyorlardı ve giderek güçten düşüyorduk. 

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin