Ayda ve Sunduru tüm yolu hiç konuşmadan birlikte yürüdüler. Sunduru, değişik duygular içerisindeydi. Mazgalların orada yaşadığı şeyden Ayda'ya bahsedemezdi. Psikologlarla ve doktorlarla yaşadığı onca başarısız deneyimden sonra çok küçük yaşta öğrenmişti garipliklerini paylaşmamayı.
Evin basamaklarına geldiklerinde Ayda;
- Neyse iyi görünüyorsun, yine de bir şeye ihtiyacın olursa yada sadece konuşmak falan istersen bana mesaj atarsın oldu mu? Dedi.
Arkasını dönüp evine doğru yokuşu inecekken Sunduru arkadaşının koluna dokundu Ayda'nın dönmesiyle boynuna atılıp sarıldı. Dudaklarından yalnızca;
- Teşekkür ederim. Sözleri döküldü.
İki kız birbirlerine tebessüm edip ayrıldılar. Sunduru, basamakları çıkıp kapının gündüzleri asla kilitlenmeyen mandalına asılıp kendini eve attı. Kapıyı arkasından kapatıp sırtını kapıya dayayıp gözlerini kapattı. Bir saniye kadar bir süre sonra Hacıannesi yer evinden başını uzatarak gelenin kim olduğuna baktı.
- Geldin mi guzum? Merak ettim aç bilaç saatlerdir nerlerdesiniz?
Derin bir nefes alan Sunduru avluyu hızla geçip iç avluya çıkan basamaklara tırmandı. Ayakkabılarını yer evinin önünde çıkartarak ayakkabılıktan terliklerini giydi.
- Ayda yanına bükme, ağzıaçık almış bir şeyler yedik aç değilim hacıanne. Dedi.
- Nen var bidenem betin benzin solmuş hasta mısın?
Hacıkadın paniklemiş bir halde ayağa kalkıp genç kızın yanına gelip elini alnına koyarak ateşini ölçtü. Ateşi olmadığını anlayınca elini avcunun içine alarak gözlerinin içine baktı. Hacıkadın çok panik haldeydi ki;
- Endişelenme hacıanne bir şeyim yok sanırım yükseklik çarptı. Birazdan düzelirim.
Sunduru, bir kaç haftadır sabırla bekliyor Hacıannesini sıkıştırmıyordu. Ama kendisine anlatılacak o çok önemli konuyu da merak etmeden duramıyordu. Az evvel yaşadığı kısa süreli baygınlık kafasını kurcalıyordu. Tamam küçükken rüyaları onu çok rahatsız ediyordu. Annesi babasının ölümünden sonra Sunduru'nun kabuslarını tedavi ettirmek için önce İstanbul'a taşınmış daha sonra da kendisine gelen iş teklifini değerlendirmiş, Amerika'ya yerleşmişlerdi. Amerika'ya yerleşmelerinden ve Sunduru'nun Psikologlarla geçirdiği iki yılın sonunda kabuslar kendiliğinden bitmişti. Şimdi buradaydı ve kabusları tekrar su yüzüne çıkmıştı.
Daha önce kabuslarının hepsi de uykudayken oluyordu. Ama bugün kalede yaşadıklarını ilk kez deneyimliyordu. İlk kez uyanıkken kabus görüyordu. Ve yine zor yıllar geri gelecek diye endişeleniyordu. Bir an, ''acaba kabuslarım Türkiye'de mi gün yüzüne çıkıyor'' diye düşündü. Sonra başını iki yana sallayarak, ''yok canım Amerika'da iken ilk yıllarda da kabuslarım vardı'' diye düşündü.
Sunduru'nun dalgınlığının farkında olan ve her hareketini dikkatle inceleyen Hacıkadın, zamanının daraldığını biliyordu. Vakit kaybetmeden ama torununu da ürkütmeden her şeyi açıklamalıydı. Ama nasıl yapacağını konuya nereden gireceğini bilmiyordu.
Bir an artık çok uzaklarda kalan anılarına daldı. Vaktiyle annesi ve ebesi de aile sırlarını açıklamış ve kendisi de hiç sorgulamadan görevini kabul etmişti. Bir an bile ebesinin söyediklerini sorgulamamıştı.
Ama günü geldiğinde kendisi Sunduru'nun annesi Baldan'a görevini açıkladığında, annesi ve ebesi kadar şanslı olamamıştı. Baldan, çok uzun yıllar kendisine inanmamış, direnmiş, hatta zaman zaman kendisi ile dalga bile geçmişti. Sonra, Sunduru dünyaya geldi. Ve asırlardır atalarının hayatta yalnızca bir kez gördüğü rüya, önce kendisinin ve Baldan'ın sonraları ise Sunduru'nun kabusları halini almıştı.
Kaç kez Baldan'ı ikna etmeye çalıştıysa da kızı karşı çıkıyor isyan ediyordu. Bunun saçmalık olduğunu bilime ilime ve hatta dine aykırı olduğunu, kendisi gibi inanan, abdestli namazlı kadının bu saçmalığa inanmasını hayretle karşıladığını söylüyordu.
Bir sabah uyandığında Baldan esbab taşının çesmesinde yüzünü yıkıyordu. Ağlamaktan yüzü gözü şişmişti. Zorla bastırdığı gözyaşları isyan edercesine akmaya başlamıştı. Koşarak yanına gelmiş yüzünü boynuna gömerek; '' bir... Bir kabus gördüm. Ahmet...'' dedi hıçkırarak. Nefesi daralmış gibi derin bir nefes almaya çalışmış ama tekrar hıçkırıklara boğulmuştu. Hacıkadın, etine iğne batırılmış gibi irkildi. ''Amedin kaza geçirdiğini mi gördün yoğusam? Bende kabus gördüm Amedim, Allah gecinden vesin mefat etmişti. Töbe töbe...'' bir eliyle dişlerine vurup, poposunu kaşıdı. Baldan'ın gözleri iri iri açıldı. Hıçkırıkları bir anda kesildi.
- Anne sen ne dediğinin farkında mısın? Ben... Benim gördüğüm kabusun birebir aynısını görmüşsün. Mümkün değil. Yani... böyle bir şey olamaz.
- Bilmeyom gızım hemi valla hemi billa böyne kabus gördüm ya bende.
İkisi de şok olmuş bir şekilde yer evine doğru gittiler. Baldan, hemen ocağın üzerinde ki rafta duran telefonuna sarıldı ve Ahmet'in numarasını çevirdi. Telefon açıldığında heyecanla;
- Aşkımmm, nerdesin?
- Nasılsın aşkımmm?
- Hıı yok bi şey seni merak ettim sadece.
Biliyorum aşkımmm daha evden çıkalı sadece bir saat oldu.
- Yok aşkım ya öylesine özledim seni, sesini bir duyayım dedim.
Tamam ben de seni çok seviyorum. Akşam geç kalmazsın değil mi? Tamam öpüyorum.
Derin bir nefes alarak hacıkadına dönüp -iyiymiş- dedi. Ama hacıkadının içi hiç rahat değildi. Bunun bir uyarı olduğunu biliyordu ve bunu Baldan'a nasıl anlatacağını ve onu nasıl ikna edeceğini bilemiyordu. Tıpkı şimdi Sunduru'yu nasıl ikna edeceğini bilmediği gibi. Ama bir yerden başlaması gerekiyordu. Derin bir nefes aldı ve;
- Ben küççükken ebem bana atalarımızdan bahsededi. Benim ebemin ebesinin de ebesi Gırım'dan göçmüş ta buralara. O zamanlar savaş varımış. Bizim atalarımız yani Tatarlar, o vakid yaşanmaz gali buralada deyip oniki boyun beyi anlaşıp düşmüşle yola. Gide gide Anadolu'ya geçmişle. Kimi boy Karadenizde yerleşcem deyi gafileyi terk etmiş, kimi Gonya'da galmaya garar verip ayrılmış. Bizim boyda Afyon'da galmak istemiş. Galmak istemeyenle de yola revan olmuş. Şindi ki gibi telefon neyim yok tabi, herkes birbirini unutmuş gitmiş zamanla. Vakıtla boy moy galmamış ortada.
Sunduru, ilgiyle dinliyordu Hacıkadını. Bu anlattıklarını ilk kez duyuyordu. Köklerini atalarını bu güne kadar hiç merak etmemişti. Tuhaftır ailesinin bir hikayesi olacağı hiç aklına gelmemişti. Okuldayken İtalyan olmakla yada İngiliz olmakla öğünen ve diğerlerini ötekileştiren arkadaşları vardı. Ama Sunduru hiç bir zaman aşırı milliyetçi olmamıştı. Zaten arkadaşları ile ilişkilerini hep belli bir mesafede tuttuğu için ne onların tavırlarından rahatsız olmuş ne de Türklüğü ile gereksiz yere hava atma girişiminde bulunmuştu.
- Tatar olduğumuzu bilmiyordum. Dedi Sunduru.
- He ya Tatarız. Emme önemli olan bizi biz yapan Tatar olmamız değil. Önemli olan bizi biz yapan Alanguva olmamız.
Sunduru şaşkınlıkla gözlerini açtı. Hiç bir şey anlamamış kafası karışmıştı.
- Biz neyiz? Anlamadım. Dedi.
Alanguvayız. Daha doğrusu onun soyundanız. Tee ezelden beri bizim ailemizin hep tek çocuğu olur. Yannızca gız. Bir tek gızımız olur. Sona onaltı yaşımıza geldiğimizde bir ürya görürüz. O, ürya ile görevlendiriliriz. Ta ki gızımız olana dek Umay bizi goruyup gollar elini üstünden çekmez. Sona bu hep böyle devam edip gider.
Duydukları karşısında ne diyeceğini bilmiyordu Sunduru. Gözleriyle ninesinin gözlerini tarıyor. Aklını kaçırmış olma ihtimalini düşünüyordu. Acaba yaşlılıktan kafası karışmış olabilir miydi?
- Ben ne anlatmaya çalıştığını anlayamıyorum. Bunların, bu anlattıklarının gerçek olmadığını olamayacağını biliyorsun değil mi?
Nefesini tutmuş hacıkadının cevabını bekliyordu. Hacıkadın bu sefer başarısız olmamayı dileyerek devam etti anlatmaya;
- Sen doğana gadar bu hep böle oluştu. Emme, anan sana hamileyken benim üryalarım arttı. Her gece vakit geldi deyip durdular. Senin son Alanguva olduğunu sölediler. Ananda bu üryaları görüyomuş emme benden saklamaya çalıştı. Sona ben onu sıkıştırınca deyvedi üryalarını.
Sunduru, oturduğu minderde huzursuzca kımıldadı. Duyduklarını sindirmeye çalışarak ayağa kalktı. Odanın içinde bir o yana bir bu yana yürüyor ara ara ninesine bakıyordu. Duyduklarının hiç bir mantıklı tarafı yoktu. Bir an -acaba uyuyor muyum? Yine o anlamsız rüyalarımdan birini mi görüyorum?- diye düşündü. Sonra annesinin kendisini zorla Türkiye'ye gönderdiğini hatırladı ve;
- Ben bunun için mi burdayım? Bu... bu deli saçmasını dinlemek için mi geldim? Bana anlatacağınız o çok önemli şey bu mu?
Kendine hakim olamamış bağırıyordu ninesine. Çıldırmış gibi odanın içinde dolanmaya devam ediyordu. Hacıkadın, olanları hazmetmesi için sessiz kalmayı seçmişti. Nasılsa bu tepkilerin aynısını yıllar önce de yaşamıştı. Delirmiş olmayı tüm bunların deli saçması olmasını o da yıllarca dilemişti. Her şey o zaman daha kolay olurdu. Hatta ilk yıllarda o da sadece gerçek olmadığını, ebesinin ve annesinin anlattığı bir hikaye olduğunu düşünmüş sonra da unutup gitmişti. Ama sonra onlar ne dediyse gerçek olmuştu. Kendisinin de yalnızca bir kızı olmuştu. Allah bir daha evlat vermemişti. Belki de gerçektir deyip kabullenmiş ve Baldan onaltı yaşına geldiğinde görevini yapıp kızına görevini devretmek istemişti. Ama Balda'ın ağır tepkisinden sonra bir kaç yıl boyunca konuyu kapatmıştı. Ne zaman ki Baldan hamile kaldı hacıkadının rüyaları arttı. Sürekli olarak bebeğin son Alanguva olduğunu, vakti geldiğinde almaya geleceklerini söylüyorlardı.
Hacıkadın, ne yapacağını bilmiyor Baldan'la yeni bir savaşa hazır olup olmadığına karar veremiyordu. Ne zaman ki Baldan, kabuslarından bahsetmeye başladı yeniden kendinde o gücü buldu. Ama Baldan bunların hamilelikten kaynaklandığını, hamile her kadının kabus gördüğünü annesinin saçmalıklarına vakit ayıramayacağını söyleyip hacıkadının tüm ikna yollarını yeniden kapatmıştı.
Sunduru doğduğunda her şey kısa bir süre yine normale dönmüştü. Ne var ki, kabuslar tekrar geri döndü. Üstelik artık Sunduru'da kabuslar görüyordu ve çocuk çıldırmak üzereydi. Hacıkadın, Baldan'ı ikna etmek zorunda olduğunu biliyordu. Ama Baldan'ın inadı damadının hayatına mal olmuştu.
O sabah Baldan'a kabusunu anlatmış kızı da aynı rüyayı gördüğünü söylediğinde bu kabusun bir uyarı olduğunu anlamıştı. Akşam olup da Ahmet'in iş yerinde kaza geçirdiğini haber aldıklarında Baldan bayılmıştı. Sonra da haftalarca herkesle iletişimini kapatmış odasından dışarıya çok gerekmedikçe çıkmamıştı. Kızı depresyonda torunu ise kabuslarından çıldırmak üzereydi ve hacıkadın neyi, kimi, nasıl toplayacağını bilemiyordu. Zaman zaman tüm gücünü yitirdiğini düşnüyor gerçekliğini sorguluyordu.
Sunduru hala bir cevap bekliyordu. Ninesinin sessizliği karşısında çıldırmak üzereydi. Sinirle kollarını kavuşturmuş ninesinin karşısında sabırsızlıkla bekliyordu.
- Evet, Bilmen gerekenle bunladı. Senin, benim, ananın yıllardır gördüğü kabusların cevabı buydu. Bunu inkar ettikçe felaketler peşimizi bırakmeycek. Zaten çok az vaktimiz galdı. Artık bi an önce gonuşmamız gerekiyodu.
- Hala anlamıyorum. Ben bir şeyin sonuncusuyum. Ala... ala neydim ben?
- Alanguva.
Sunduru başını onaylıyormuş gibi salladı. Kafasında her şeyi oturtma çalışıyordu. Demek o kabusların aynısından annesi de ninesi de görüyordu.
- Tamam sırayla gidelim. Bizim soyumuzun yalnızca bir kızı oluyor. Her anne kızına görevini devrediyor. Ve bize Alanguva deniliyor. Ben de sonuncu Alanguvayım. Buraya kadar doğrumu?
- Doğru.
- Onaltı yaşına gelen her Alanguva bir rüya görüyor ve görevi devralıyor. Öyle mi?
- Heee.
- Tamam ama ben daha onaltı yaşıma girmedim ki? Benim doğum günüm gelecek hafta.
- Bilmiyom. Anan sana hamile kaldığında benim bütün ezberlerim bozuldu. Beni sadece üryalarım yönlendiriyo. Bana da ne olceğini anlatan kimse yok. Bundan sonrası nolcek bende bilmiyom.
Genç kız sinirle gülümsedi. Bu saçmalığa daha fazla dayanamayacaktı. Aklı başında biriyle konuşması gerekiyordu.
- Dedem nerde onunla da konuşmak istiyorum. Bakalım o da bu saçmalıklara inanıyor mu?
- Hacı gitti guzum. Angara'ya gitti. Garın gardaşı hastalanmış ameliyat olcemiş. Bi kaç gün orda galcek.
Sunduru şaşırmış hayretle bakıyordu hacıkadına;
- Bu ne zaman oldu? Akşam yatarken gideceğini söylemedi.
- Gece geç vakid aradılar acil galdırmışla. Hacı da duramadı ölümlü dünya gardaşımın yanında olcem ben dedi. Ezanla yola revan oldu. Ayrıca hacı bu konuyu bilmeyo. Bunu erkeklerimize anlatmayız.
Sunduru alay edermiş gibi gülümeyip ellerini havaya kaldırdı;
- Elbette anlatmayız. Zaten bu saçmalığa aklı başında hiç kimse inanmaz ki.
- Ama anan anlattı. Bubana anlattı. O gafa doktorlarına anlattı. Argadaşlarına bile anlattı. Umay çok gızdı. O anlattıkça kabuslarımız arttı. Yıllardır heç bi gecemiz rahat uykuyla geçmedi.
Genç kız yeni bir fikir bulmuş gibi yüzü aydınlandı.
- Tabi ya annem. Ben... annemi aramalıyım. Bakalım o tüm bu olanlara ne diyor?
- Sabah konuştuk ananla. Bugün senlen konuşcemi biliyodu. Siz konuşdukdan sona çaldırın ben ararım dedi.
Sunduru, annesinin tüm bunların saçmalık olduğunu, sırf ninesi yaşlı olduğu için uydurduğunu ve artık eve dönebileceğini söylemesini umarak annesinin numarasını çevirdi.