Beni kötüye iten bir çevrenin iki yıl boyunca
hizmetkârı olmuştum.
Bir gençin ihtiyacı olduğu en önemli şey maneviyatıdır.
Eğer manevi anlamda bir genç açsa her türlü tehlikeye müsaittir.Evin dışında gelişen bir çok olaydan çoğu genç kendini koruyamıyor.
Bu konuda ebeveynlere büyük sorumluluk düşüyor.
Neyse ki benim annem ve babam sadece işkolikti!
Yunan bir annenin kızıydım ben
Babamsa Türk.Türk olmasına rağmen gelenek ve görenekler konusunda eksikti.
Annen babamdan daha çok adapte olmuştu Türk gelenek ve göreneklerine.
Sanki Annem Türk babam Yunandı.
Fazlaca muhafazakâr bir aileye sahip değildim.
Annem kendi öz dini benimsememişti. Hıristiyanlık dinini eksik bulduğunu sürekli yinelerdi.
Annem "eğer bir gün gerçekten inanmak istersem o islamiyet olacak derdi."
İslamiyet o kadar güzel bir dinmiş ki!.
Kendini islamiyete daha yakın hissettiğini söylerdi.
"Şu dünyada Müslümlığın hakkını vererek yaşaya bilseler belki de Dünyada barış,huzur mutluluk,sevinç... eksik olmaz derdi annem.
İnsan en şerefli varlık olmasına rağmen şerefsizlikte israrcı olabiyormuş.Çevremizde gördüğümüz,duyduğumuz, şahit olduğumuz olaylar bu şerefsizliğin kanıtıdır.
Dünyayı çocuklar kuracak.
Çocukken anne ve babalarımız kaçımızın dilinden anlaya bildi ki acaba?
Kaçımız çocuk gibi yaşaya bildik?Şimdi anne ve babam iş sonrası eve geliyordu.
Onların bu kez beni anlamalarını sağlayacaktım.
Bir kez olsun iş konuşulmasın istiyordum evimizde çünkü bunun sonu yoktu.
İş bitmez ki!.
Ben çocuk aklımla anlamıştım.
Aksini söyleyen birisinin çıkacağını da sanmıyordum.
İş bitmez, şu dünya üzerinde!. Fakat insan ölümlüdür,bizi gerçeklerden alıkoyan "iş"bir gün gelecek hiçbir seyimize yaramayacak.Bir takım bahanelerle ailemizi,sevdiklerimizi, bizi sevenleri....
İhmal etmemeliydik.Evi güzelce silip süpürmüştüm.
Anne ve babam için çok güzel bir sofra hazırlamıştım.
Her ikisininde sevdiği yemekleri yapmayı beceremesem de sipariş vermiştim.Musmutlu bir ailenin hayalini kuruyordum.
Sofrada hep beraber yemeğimizi yedikten sonra kendim için yeni kurduğum hayallerden bahsedecek ve gelecekte ne yapmak,ne olmak istediğimi açıklayacaktım.Gözlerim gercekten yollardaydı.
Küçücük bir kız çocuğunun kalbi gibi pır pır ediyordu kalbim yerinden çıkarcasına.
Çok uzun zaman olmuştu böyle hissetmeyeli.
Şuan o yedi yaşinda ki kız çocuğu gibiydim.
Mutluluğun tavan yaptığı bir ruh haline sahiptim.Anneme çokça sarılıp öpmek istiyordum.
Babamada aynı şekilde.Az sonra kapı çalmıştı.
Sabırsızlıkla bekleyişim sona eriyordu.
Elimde ki peçeteleri hızlıca masaya koyup ucunca olan koridorun sonunda olan evimizin kapısını açmak için koşuyordum.
Kapının kolunu kırarcasına çekiştirmiştim.
Hemde "kimo" demeden.
Kapıyı açtığımda annem karşımdaydı. Elleri kolları dolu ve moralsiz bir haldeydi. Ona sarılmak için yeltendiğimde üzünü buruşturup "al şunları, zaten cok yorgumum" diyerek beni bir çöp gibi itmesi Yaralı kalbimi birkez daha yaralamıştı.
Babamında annemden farkı yoktu zaten.
Sessiz ve sakince bir bellboy edasıyla valizleri ve çantaları iceriye aldım. Oda yetmezmiş gibi yukarı kata yatak odalarına kadar taşıdım.Aşağıya indiğimde yeniden moralimi taplayıp bekleyiş içerisine girmiştim.
Anneciğim ve babacığım hitap sekli ile evinize hoşgeldiniz demiştim.
Babam ve annemin umrunda bile değildi.
"Evet canım herzaman geldiğimiz ev sonuçta kızım da bahşiş felan mı bekliyorsun. Anlayamadık? ". Demesi bir kez daha kalbimi yaralamıştı.
Yine otel elemanı bellboy aklıma gelmişti."Hayır babacığım teşekkür ederim benim harçlığa ihtiyacım yok. Pardan daha önemli şeylere ihtiyacım var". Diye bilmiştim sonunda.
Benim tek amacım, sizinle birlikte şu sofrada bir gün olsun ailecek,güzelce yemek yemekti. Fakat sağolun beni herdaim anlayamadığınız gibi yine anlayamadınız"diyip çıkmıştım salondan.İçimde kopan fırtınaların sebebi kendi öz ailemdi.
İlgisizliklerinin farkında değillerdi.
Soğuk davranışlarını anlayamıyordum.
Ben annemin karnında ki dokuz ay durmamış mıydım da bana karşı bu kadar merhametsizdi.
Kendi öz evladına bu şekilde merhametsiz davranan anne ve babanın Hangi varlığa karşı merhametli olacaklarını çok merak ediyordum.Kendi doğurduğuna anne olamayan bir kadından ne beklene bilirdi?
Kendi kazandıgı bir evladı anlayamayan bir babadan ne beklene bilirdi?Kalbi Kırık ve yaralı bir kız çocuğundan ne beklene bilirdi?
Toplumu toplum yapan aileydi oysa.
Toplumun en küçük yapı taşları yerinden bu şekilde oynuyordu işte.
Kapalı kapıların ardında ne vardır kimse bilemez.Belki de manevi eksikliğim beni itmişti bir arayışa.
Ben arayarak mevlamı bulmak istiyordum.
Şanslıydım kendime göre; Ya mevlasını bulamayıp da belaya bulşanlar ne olacaktı?.Kimse suçlu değildi aslında.
Kırgındım fakat kızgın değildim her ikisinede.
Şu hayat öyle değişikti ki Onların çocukluklarında ne yaşadıklarını bilmediğim için kızmama dahi izin vermiyordu.