we're up all night til the sun

629 80 16
                                    

bir süre diğerleriyle grup araması yapmış, jean hakkında uzun uzun konuşmuştunuz. connie bahsetmemesi gereken şeyleri ağzından kaçırdığında, kendini gerçekten berbat hissettin.

jean, sana olan hislerinde, sana söylediği her şeyde ciddiydi. hayır, bunu zaten fark etmiştin.

sadece başkasından duymak, özellikle onun yakın olduğu birinden, onu daha da ciddiye alman gerektiğini hatırlattı sana.

connie her şeyi döküldüğünde eren, ona biraz kızsa da sonrasında anlatmaya başladı. seni onlara ilk anlattığı zamanki heyecanından bahsetti, seni ilk defa hava almak için camın kenarında durup dışarıyı izlerken görmüştü jean. senin, dünyadaki en güzel kız olduğundan bahsetmişti arkadaşlarına.

platonik olduğu kişiden de bahsetmişlerdi biraz, kim olduğunu, nasıl biri olduğunu öğrenmiştin. ve sana anlatılanlara göre, siz oldukça benzer olan iki yabancıydınız.

elindeki su bardağını masanın üzerine bıraktın, ekranda çocuğun ismini buldun ve öncesinde sana yazdığı, ama cevap verme fırsatı bulamadığın mesajları okudun.

jean:
connie ile yakın olmana sevindim
ancak beni görmezden gelmene
gerek var mı cidden y/n

bir şeyler daha yazmış, ancak onları silmişti. derin bir nefes aldın ve ne yapacağını düşünmeye başladın.

gönlünü nasıl alabilirdin? bunu sıradan bir mesajla yapmak istemiyordun.

yakın zamanda zaten okuldan ayrılacak ve bir daha onunla görüşmeyecektin, en azından başta bu şekilde planlamıştın ama planlarında büyük değişiklikler olacak gibi görünüyordu.

onunla yarın konuşabilirdin, şimdi mesaj atıp buluşmak isteyebilirdin, ama hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam edemezdin.

çocuğun numarasına tıkladın, "bip" sesini duyana kadar telefonu kulağından çekmedin. açmayınca, bir kere daha aradın. üçüncü çalışında telefon açıldı ve telefonun diğer tarafından, uykulu bir ses duyuldu.

"efendim?" dedi, kimin aradığına dikkat etmeden açmıştı telefonunu.

"we've come too far, to give up who we are." sessizce mırıldandın, karşı taraftan sadece küçük bir hışırtı sesi işitti kulakların.

"so let's raise the bar, and our cups to the stars." devam ettin, çocuğun sessizliği seni buna teşvik etmişti.

"ben ismail yk seviyorum, y/n." tok bir sesle konuştu bu sefer, odanın içinde turlamaya başladığını düşündün bir anlığına. ve muhtemelen, gerçekten öyle yapıyordu.

"biliyorum, özür dilerim jean." dedin mahcup bir gülümsemeyle, bunu göremeyecek olması ne kadar da üzücüydü onun için.

"onları öldüreceğim." diye söylenmeye başladı aniden, sözünü bitirmesini sabırla bekledin.

"onlarla benden daha iyi anlaştığına inanamıyorum, kalbim acıyor... benim kızımı elimden almaya çalışmaları çok can sıkıcı!" sonlara doğru sesi kısıldı.

göz devirdin ve koltukta biraz daha yayıldın, sinir bozucu bir kişiliği olmasına rağmen seni her zaman güldürmeyi başarabiliyordu.

"böyle şeyler söylemeyi bırak, senin kızın..."

sevamını getirmene izin vermedi, büyük bir heyecanla sözünü kesti. "o zaman ol, benim kızım ol." dedi ve aynı şekilde, aniden sessizleşti.

"beni sevmen için seni zorlayamam ama, seni sevdiğimi unutma y/n. fazla zamanımız yok..."

yüzüne kapattın, duymaktan nefret ettiğin şeyi söylemesine, söylese bile senin bunu duymana gerek yoktu. bunun yerine, sana, gitmemeni söylemesini isterdin.

the breakfast club | jeanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin