"Sandım ki her şey yoluna girer, sandığım gibi olmadı Kiraz."
"Bakma bana öyle, bir şeyler söylesene. Kimse bizi duymuyor, bir sen bir de ben varım. Döneceğini biliyor musun?"
"Hâlime bak." Dedim içimden, sonrasında ekledim "acınasısın Yoongi." Değildim. Öyle hissediyordum ama, acınası hissediyordum ve ruhum artık sığmıyordu kelimelere ve de resimlerime. Oysa ki ne çok şey sığdırmıştım ben tuvallerime, Park Jimin'in güzelliğini çizmeye bile yetebilmişim de gidişi açmış en büyük çukuru. Renklerimi denize bırakmışım da onlar akarken vaz geçmiş gibiydim. Umudumu yitirmişken ya yeniden bulursam diye yaşıyormuşum gibi hissediyorum. "Kendimi anlıyorum ben Kiraz, sen de beni anlıyorsan ikimiz adına çok üzgünüm işte. Kimseyi beraberimde zehirlemek istemem, bu denli renklerin eşliğinde yaşarken siyaha bürüneceğimi bilemezdim ya." Benim de günlerim böyle geçiyordu, bekleyerek ve kırılarak. Şimdi bir soru sorayım sizlere, kaç kez kırdılar sizi? Kaç kez gerçekten ölmeyi dilediniz? Ben ilk kez diliyorum, onun yokluğunda hissedemediğim şeyler var artık, bir kez gerçek mutluluğu tattığımı düşünmüştüm oysa ki, ondan sonra da hiç demedim kendime mutlusun diye. Kandırmaya bile cesaret edemedim. Park Jimin hisseder de özler diye, gülümsemedim. Adanın yukarısında her sabah gittiğim bir yer vardır benim, şimdi yeniden oraya yürürken buluyorum kendimi. Devam ediyorum işte, bugün o ağaca da bakmadım, hep bakardım yaprakları dökülmüş mü diye fakat bugün merak duygusunu da kaybetmiş olmalıyım. Beni selamlayan bir teyze vardı, severdi beni çokça fakat bugün ona da bakamadım, ruhum kaybolmuş gibi gözüküyor dışarıdan bakılınca; ruhum kayıp değil ki benim, kırgın sadece. Böyle oluyormuş demek, yavaş yavaş diyorum içimden. Eski sandalyemi gördüğümde duraksıyor ve yerimi alıyorum yeniden, ahşap masanın üstüne defterimi koyuyor ve kalemimle bir şeyler karalamaya başlıyorum, öyle bir karalıyorum ki tertemiz sayfayı dakikalar içerisinde karanlığa bürünüyor. Renklerimi kaybettiğimi bir kez daha hissediyorum.
Min yoongi düşünceleri eşliğinde ruhunu kaybedip yeniden kovalarken Park, evinin bahçesinde öylece kıyıya vuran dalgalara bakıyor, gözlerini defalarca kez kırpıştırdıktan sonra bu uykusuz hâline daha fazla dayanamayacağını anlıyor ve mutfağa giderek kendisine birer kahve yapma kararı alıyor fakat o mutfağa her adımını attığında köşede duran küçük çöp kovasında gördüğü kırmızı şapka ile duraksıyor. Bir şeyler fısıldar ya anılar, duymak istemezsiniz ama hissettirdikleri ağırdır, o şapkayı her görüşünde ağırlığını kaldırmak yoruyor onu. Almak istiyor onu oradan, istiyor fakat onu durduran bir şeyler var. Durdurmamalı oysa ki, ellerine alıp siyah saç tutamlarına geçirse o şapkayı çok şey değişecek. Birkaç saniye baktıktan sonra gözlerini sıkıca kapayan Park, anımsıyor. Birkaç görüntü, bulanık ve de gerçek dışı. Birkaç kez daha gözlerini kapayıp açtıktan sonra şapkayı oradan alıyor ve de saçlarına geçirip aynasının karşısına koşuyor, taktığında kendisine baktıktan sonra yutkunuyor Park Jimin, hatırlıyor.
Ufak turuncu bir çadır, birkaç odun parçası...
Gülme sesleri ve de fazlası, mutluluğunu hatırlıyor. Her sabah aynasında gördüğü çocuk, gözlerindeki karanlığın ardında gülümsüyor.Dengesini kaybetmiş bir hâlde neler olduğunu anlamaya çalışan Jimin, şüpheye düşüyor. Şüpheye düşüyor çünkü bu denli unutmuş olduğu ve de ona mutluluğu hissettiren şeyi bilmek istiyor, kim bilmek istemezdi ki bunu? Evde deliler gibi her yeri aramaya başladıktan birkaç dakika sonra dolabın üst kısmında ahşap bir kutunun içerisinde eski bir kamera ve bir çift de beyaz ayakkabı buluyor. Kameranın içerisindekileri merak ederken ayakkabıları köşeye koyarak hızla yatağına oturuyor ve de merakla tüm heyecanını bastırarak kameranın içerisindeki fotoğraflara bakmaya başlıyor, gördükleriyle ne tepki vereceğini bilemez bir hâlde artan ve de netleşen hatıralarıyla kanıyor. O an yaraları kanıyor Park Jimin'in, hatırlamak ne çok acı getirebiliyormuş insana. Hissetmek, yalnızca hissetmekten ibaret değil. Bunu anlıyor, yine sıkışıp boğazına batıyor nefesleri fakat bu sefer farklı, bu sefer mutluluğa açılıyor bu kanamanın kapıları. Kırmızı, çiçekli bir kazak giymiş sarı saçlı bir çocuk görüyor kamerada. Tüm içtenliği ile kameraya gülümseyen, gözleri kısılmış ve de çimlerin üstünde oturan. Sonrasında ise arkada az önce gözlerinin önünde canlanmış olan çadırı, sonra ise kendisini görüyor. Kamerayı titreyen elleri ile birlikte öylece yatağa bıraktığında gözlerinden yaşlar akmaya başlıyor. O ben miyim? Ben gerçekten gülümsüyorum. Ben mutlu muydum? Öylece çaresizce söylenip dururken anıları bir bir gözünün önünden geçiyor, neden unuttuğunu bile hatırlamadığı anıları gittikçe daha fazla kanatıyor siyah saçlı oğlanı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bi' küçük eylül meselesi, yoonmin
Fiksi Penggemar"Kaybolup gidecek ama o yazdıkların." "Hayır, kaybolmayacak. Sen nereye gidersen git dalgalar onu alacak, senin gittiğin yerin kıyısına götürecek."