Uyandığımda hava hala karanlıktı. Yataktan kalktım. Genelde sabahları kalkmazdım. Kalkamazdım. Alarm benim en büyük kurtarıcımdır bu yüzden. Bu arada adım Açelya. 17 yaşındayım. Ailem beni 3 yasında terk etti. Yıllarca bana tuttukları bakıcılarla büyüdüm. 15 yaşıma gelince de evde tek başıma yaşamaya başladım. En başta oldukça zorlansamda yılmayıp kendi başımın çaresine bakmaya başladım. Ailem zengin değil. Annem beni doğurduğunda 17 yaşındaymış ve doğuma dayanamamış. Doğumdan kurtulan ben ve ikizimdik ancak ikizim 8 aylıkken ölmüş. Ve hayatın ilk kazığını doğduğum an yasamış oldum. Babam ben 5 aylıkken Dilara diye bir kadınla ev lendi. Görünürde evlenme sebebi bizim annesiz kalmamamızdı ama asıl sebep Dilara'ya kalacak mirasdı. Annem bizim doğmamızı o kadar çok istemişti ki kendini bizim için feda etmişti.
Bu kadar bilgi bence yeter. İşe geç kalıyorum. Babam her ay para gönderse bile bu miktar ev kiramı ve faturaları ödemeye bile zor yetiyordu. Zaten 18 imden sonra vereceğini de zannetmiyorum. Üzerime siyah pantalonumu ve siyah üzerine beyaz desenli gömleğini giyip mutfağa gittim. Her ne kadar yemek yemek benim için bir hayat felsefesi olsa da zamanım az olduğu için bir bardak kahve hazırlayabildim. Çalıştığım yer bir cafe olsa da patronum baya katıydı. Mesai saatleri içinde değil mola vermek su içmemizi bile yasaklar. Cafe genelde 2-5 arası oldukça yoğun olur. Bunu bildiğim için evden çıktıktan sonra yandaki pastaneden bir poğaça aldım. Cafeye gidene kadar yerdim ve fakat bu beni akşama kadar idare eder miydi bilmiyorum. Cafeye geldiğimde sabahın erken saati olduğundan dolayı sadece işe giden insanlar veya okula giden öğrenciler vardı. Saate baktığımda mesai saatimin çoktan başlamış olduğunu fark ettim bu yüzden hızlı adımlarla tezgahın arkasına geçip önlüğümü taktım ve işe başladım.
Saçlarımı bağlarken saate baktım. Saat 16:45 di ve bu demek oluyor ki bu kalabalığa birazdan öğrenciler de eklenecek. Aman ne harika (!).
- "Hanımefendi benim sütlü kahvem nerede kaldı?! Yarım saattir bekliyorum burada." 6 numaralı masadan gelen sesi ( yada kükremeyi) duyunca hızla elimdeki tepsiyi bıraktım ve kahveyi hazırladım. Kahveyi masaya sertçe koyduktan sonra ( aslında kafasına fırlatmak istemiştim ama bu işe ihtiyacım vardı) boş masaları temizlemeye devam ettim.
Aradan iki saat geçmisti ve ben şuan perişan haldeydim. Mesaimin bitmesine 2 saat vardı ve ben daha ne kadar dayanırım bilemiyorum. Cam kenarındaki masaya siparişini bırakırken dışında bir şey gördüm. 3 tane erkek camdan biraz ötede duruyordu ve ikisi sigara içiyordu. Kıyafetlerine bakınca sokak serserilerine benziyorlardı. Yüzlerini göremiyordum ama burada ne aradıklarını merak ediyordum. Yaşadığım mahalle ne kadar küçük ve ıssız olsa da güvenilir bir yerdi. Tam bunları düşünürken sigara içmeyen çocuk yüzünü bana doğru çevirince yüzünü gördüm. Kimsenin boyayla tuturamayacağı bir tonda turuncu saçları ve bu karanlıkta bile görebildiğim mavi gözleri vardı. Ve o gözler doğruca gözlerime bakıyordu. Ama bence bu bir halüsinasyondu çünkü öyle bir çocugun bana bakması gerçekten imkansızdı. Çirkin değildim mavi gözlerim ve kızıl- turuncu saçlarım vardı. Çoğu kişi güzel olduğumu bile söylerdi ama güzel olsam bu kadar yalnız olmazdım herhalde.
Cama tekrar baktığımda kimse yoktu. Bir an herşeyi kafamda uydurmuş olabileceğimi düşündüm. Ama herşey çok gerçekçiydi. Kafamı sallayıp aklımdaki düşünceleri kovduktan sonra isime devam ettim. Birkaç masa temizledim, siparişleri verdim ve bir dolu ıvır zıvırla uğraştım. Fakat bos midem buna hiç de yardımcı olmadı. Mesai saatin bittiğinde bile aklım o çocuktaydı. Onu tekrar görmeyi dilerdim. Bu sırada önlüğümü çıkardım ve çantamı alırkende iş arkadaşım Batuhan'a iyi geceler dileyip cafeden çıktım. Mayıs ayında olmamıza rağmen hava soğuk ve karanlıktı. Montumun önünü ilikleyip bu saate ve havaya inat etrafta dolaşan insanların arasına karışıp eve doğru yürümeye başladım. Yaklaşık 10 dakika sonra eve giden sokağın başındayken bir kaç kişinin konuşma seslerini duydum. Sesleri fısıltıdan daha yüksek değildi. Kafamı yan tarafa çevirdiğimde yerinde donup kaldım. Çünkü bu oydu. Bütün gün aklımda dönüp duran ve bir hayalden ibaret olduğunu düşündüğüm çocuktu. Karşımdaydı ve hayal olmadığını belirtmek istercesine arkadaşlarıyla konuşup kahkaha atıyordu. Gülümsemesi çok güzeldi. Ara sokakta olan ve ne zamandan beri orda olduğunu unuttuğum eski koltukta oturuyor ve yemek yiyip arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Üstündeki kıyafetlerden sokakta yaşadıklarını çıkarabiliyordum. Sokakta yaşayanlara neler olduğunu herkes bilir. Onlar serseridir, bir çok sorunları vardır( mesela uyuşturucu, sigara) ve tekin değillerdir, bomboş gözlerle bakarlar hayata. Ama o sanki hiçbir şeyi yokmuş, hayatındaki en önemli şey önündeki yemeği yiyip gülmekmiş gibi bakıyordu. Sanki her şeyi yapabilecekmiş gibi... Sonra durdu, onun susmasını tek fark eden bendim, gülümsemesi yavaşça silindi, hayır lütfen tekrar gül, ve kafasıni bana doğru, sanki hissetmiş gibi, çevirdi ve ben bir kez daha o maviliğin içinde boğuldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sokak Aşkı
ChickLitOnların ilişkisi sadece acımadan ibaretti. Açelya, bu kadar genç ve yakışıklı birinin nasıl bu kadar acınası göründüğünü düşünüyordu. Aras ise bu kızın herşeye sahip iken neden bu kadar mutsuz göründüğünü... İkisinde birbirine acıyan gözlerle bakark...