Vaat

97 7 2
                                    

Aylar geçmişti, belki yıllar geçmişti ama sırtındaki boşluk hissinden kurtulamamıştı. Yıllarca sırtında taşıdığı kalkanın ağırlığı hiçbir zaman onu rahatsız etmemişti, sırtından yok olana kadar. Geçen süreyi hesaplayamıyordu ama tehlike anında eli hala ilk tepki olarak sırtına gittiğinde hissettiği yokluğu hesaplayabiliyordu. Dünya'nın Ay etrafında dönmesi gibi bir yalandı bu; hesaplayamıyordu.

On beş ay geçmişti. Stark kulesindeki her şeyi Avengers karargahına taşımıştı. Artık kule yoktu, kulede biriktirdiği anılar vardı. Zırhın bedenini koruması gibi kafatası da kulede yaşadığı anıları koruyordu. Kalbini şarapnelden koruyan reaktör artık yoktu, beynini anıların hissettirdiği acıdan koruyan şey yoktu, hiçbir zaman da olmamıştı. Onu rahatsız eden şey yokluk değildi, varlıktı. Ekip arkadaşlarının ekipmanlarına harcayamadığı paranın varlığı değildi yalnızca. Hem taşınma esnasında hem de taşındıktan sonra onun varlığı onu rahatsız etmişti. Cephaneliğin en sonuna, camın ardına koyup ışıklar altında sergilemekteydi rahatsızlığını; kalkanı.

Kurşunlardan hatta tanrıların silahlarından koruyan ama zamanın geçmesinden koruyamayan kalkana bakıyordu.

Steve Rogers, kendisine gelen kurşun yağmurundan kaçmak için sırtını her sipere dayadığında kalkanın yokluğunu hissediyordu.

Tony Stark, cephane odasının kapısı önünden her geçtiğinde kalkanın varlığını hissediyordu.

Birbirlerini görmüyorlar, duymuyorlar, hissetmiyorlar ama biliyorlardı. Steve, onun yapacağını biliyordu. Tony, yapması gerekeni biliyordu.

Yanından ayırmadığı tuşlu kapaklı telefonla cihazda kayıtlı olan tek numarayı araması yeterliydi. Tuşlara basmasına da gerek yoktu. Numara kayıtlıydı. Arama düğmesine bastığı anda telefon diğer telefona bağlanacaktı. Tony, Steve'e bağlanmış olacaktı.

Telefonu, pimini çektiği bir bomba gibi sımsıkı tutuyordu. Bıraktığı anda birkaç kum tanesinden ibaret olan sayaç çalışmaya başlayacak ve vakti geldiğinde patlayacaktı sanki. Elindekinin sıradan bir telefon olduğunu biliyordu, o kadar delirmemişti. O kadar delirmesine neden olacak kadar içmeyi uzun zaman önce bırakmıştı.

Güneşin etrafındaki gezegenlere ısı gönderdiği bilgisi kadar doğruydu... alkolü bırakmıştı.

Bulundukları an içerisinde yine aynı hisleri yaşıyorlardı. Steve'in sırtı taş sipere dayanmıştı. Gelen kurşunlardan saklanıp atılmak için doğru anı bekliyordu. Tony kalkanın karşısındaydı. Telefonu açıp çağrıyı gerçekleştirmek için doğru anı bekliyordu. Görüşmeler ve toplantılar yaparak vakit geçirebilir, kaçınılmaz olanı erteleyebilirdi ama yapmıyordu. Kalkanın karşısında vakit öldürüyordu. Vakit, öldürülmeye gelmezdi, gelmemeliydi.

Steve kulaklığına dokundu. "Sam, neredesin, seni bekliyoruz."

"Bir dakika, açıyı ayarlamaya çalışıyordum," sesi geldi telsizden. "Kafanı kaldırıp bakmak isteyebilirsin."

Steve kafasını göğe kaldırıp batmaya niyetli çıplak güneşe baktı. Mekanik kanatlarını kuşanmış olan Sam güneşle onun arasındaydı. Işık adama arkadan vurduğu için güneşin önünde bir anlığına silüete dönüşmüştü. Bir anlığına tutulma yaşanmış olduğu Steve'in dikkatinden kaçmamıştı.

Sam, güneşle Steve'in arasından çıkıp Steve'e ateş eden teröristlerin üzerine ses bombaları bıraktı. Steve eldivenli elleriyle kulaklarını siper etti. Bombaların patladığını sırtındaki taşa uğrayan titreşimlerden anladı. Kurşun yağmuru kesilir kesilmez ellerini çekip siperden atladı, düşmanlarının üzerine koştu.

Gölgesi ondan önce yetişti. Bir yarışta olmayan Steve otomatik makineli tüfeğin üzerinden atlayıp düşmanın üzerine indi. Teröristi tek yumruğuyla bayılttı. Sağında kalan adamı da etkisizleştirmek için harekete geçti, eli sırtına gitti.

Tutulma | Rogers & Stark [Stony]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin