Kuş sesleri ne kadar canlıydı. Mis gibi havası vardı buranın. Hange çok huzurlu görünüyordu. Hafif esintili bahar havası içini huzurla dolduruyordu. Yemekten sonra ormana doğru yürüyüş ikisine de çok iyi gelmişti. Hange, ağaçların doğasına bayılırdı. Ne kadar yücelerdi. Levi daha çok gökyüzünün güzelliğine odaklanmıştı. Hava açıktı ve hafif bulutlarla birlikte güzel bir kombinasyon oluşturuyordu. Levi, nadiren gülümserdi. Levi'ın zorlu geçmişi onu böyle biri yapmıştı. Çocukken annesini kaybetmişti. Kanun kaçağı amcası ile birlikte büyüyen Levi, ülkeden ülkeye sürüklenerek geçirmişti günlerini... Dünyayı gezmesi ona çok şey katmıştı belki ama okumayı-yazmayı zor sökmesine ve çocukken ihtiyacı olan aile sevgisine ulaşamamasına da sebep olmuştu. Amcasının genel mizacı huysuzdu. Levi'ya çok çektirse de ona çok şey borçluydu. Şu an hayatta kalmasına olanak sağlayan tüm özelliklerini ondan almıştı. Cesur, kendi yolunda ilerlemesini bilen, soğukkanlı biriydi. Huysuzluğu, hayatına girmiş olan kadınları bezdirmişti. En azından onu öyle kabul etmeyen insanlarla işi olmayacağını da genç yaşta anlamıştı. Levi o zamanlardan heteroseksüel olmadığını anlamaya başlamıştı. İnsanları kadın erkek ayırmadan onları olduğu gibi sevmesi gerektiğini hissetmişti. Bu kalıplar ona saçma geliyordu. Yürürken düşünmek her zaman ona iyi gelmişti. Yürümek, sanki karmaşık düşüncelerini arkada bırakmasına yardımcı oluyordu. Bide yanında hange vardı... Onun yanında olmasıyla birlikte belki hayatında ilk defa kendini şanslı hissediyordu. İkinci şansı kesinlikle şu anki işiydi. Siyasetçi olsaydı eğer, kesinlikle o samimiyetsiz ortamda intihar ederdi. Edebiyat ona iyi geliyordu, edebiyatın dünyasında anlaşıldığını hissediyordu. Zaten Hange ile tanışması Portuga'da olduğu için orayı daha çok sevmeye başlamıştı.
Yürüyüşten dönerlerken levi, hange'nin düşüncelere daldığını hissetmişti. Zihninden ne geçiyordu? Keşke onun bana iyi geldiği kadar ben de ona iyi gelebilsem diye düşünmekten kendini alamadı. Genel olarak duygularını ve kendini insanlara karşı kapatan yapısı buna izin vermiyordu. ''Hange'' diye seslendi. Hange birden irkildi. ''Nasılsın?''. Hange şaşırmış ve ne cevap vereceğini bilemez şekilde ona döndü. Ormanı sevmemiş miydi? Hange, ''Sadece ormana geldiğimde içimde tarifsiz bir acı hissettim, sanki sevdiğim birini kaybetmek üzereymişim gibi'' diye cevap verdi. Levi şaşırmıştı. Oysaki ben yanındayım hange, bak burdayım, ömrümün sonuna kadar da seninle olacağım hiçbir yere gitmeyeceğim demek istemişti. Diyemedi. Hange, levi'yı daha fazla endişelendirmek istemediği için bu konuyu kapatmaya çalıştı.
Döndüklerinde Erwin ve Zeke tartışmalı bir sohbete tutuşmuşlardı. Sohbet konusu siyasetti. Ülkenin, kendini dış dünyaya kapatan, propagandacı bir yol izlemesi ikisinin de kanına dokunuyordu. İnsanlar gerçekleri bilmeyi hak ediyorlardı. Bu gidişle halkı sömüren devlet yapısı daha görünür bir hal almaya başlayacaktı. Zeke, bunun bilincinde olan Erwin'e neden bir şey yapmadığı hakkında suçlamacı bir tavır içine girmişti. Erwin, ''Şu an siyaseti elinde bulunduran insanlar zengin insanlar. Benim ailem ordudan gelme. Maaşım, etim budum belli. Demokrasinin bu tarz çalkantılı dönemleri olsa da her zaman için eşit bir toplum oluşturmakta ömrümün sonuna kadar kendi çapımda savaşacağım. Sen de kendi yolunda ilerle'' dedi. Nerdeyse kavga çıkacakken Hange araya girdi. ''Zeke, çok fazla yabancı gazete okuyorsun, farkındayım dış dünyaya göre durumumuz pek iç açıcı değil. Ama biz bilim insanları olarak ülkemiz için elimizden geleni yapmaya bakalım. Eminim bizim gibi düşünen insanlar çoğunlukta olduğu sürece demokrasiye bir adım daha yaklaşacağız.'' diyerek ortamı yumuşatmaya çalışmıştı. Zeke ise daha çok yurt dışında çalışma düşüncesini kafasında yerleştirmeye başlamıştı. Tek sorun babasının ona emanet ettiği onca önemli belgeyi ve bilgiyi yurt dışına çıkaramazdı. Hange bu yüzden onun için önemli biriydi. Zamanı gelince ve kafasındaki düşünceler netleşince Hange onun için güvenilir biri olacaktı.