735 gün, 16 saat, 45 dakika, 25 saniye olmuştu Taehyun gideli.
Beklememeyi seçmişti Beomgyu. Günler geçmişti bir şekilde ama içindeki acı olduğu yerdeydi. Kesmiş, parçalara ayırmıştı kalbini. O kalp olarak adlandırmıyordu o koca boşluğu, orası ayrıydı. Orasını tamamlayan Taehyun'du çünkü.
Neden gitti, nereye gitti bilmiyordu. Gitmişti bir gün sadece. Kendisini koca soru işaretleriyle bırakmış, elveda bile demeden çekip gitmişti bir pazar sabahı. Bu yüzdendir Beomgyu pazarları sevmiyordu son iki yıldır.
Huening yanındaydı her zaman. O olmasa kafayı yiyeceğini adı gibi biliyordu. Çünkü hâlâ sorguluyordu kendini, ne yapmış olabilirdi, ne demiş olabilirdi ki bir kelam bile etmeden çıkıp gitmişti.
Gözleri boşluğa dalmış, yaşamı sorgularcasına etrafa göz gezdirirken telefonunun zil sesi duyuldu çıt çıkmayan evde. Yorgunca uzanıp aldı koltuğun ucundan.
"Naber, yaşayan ölü?"
Gülümsedi Beomgyu. Taehyun gittikten sonra böyle hitap eder olmuştu Yeonjun kendisine.
"Bilmem. Nasıl olduğumu sorgulamaz oldum artık."
"Hey, hey, hey dostum. Deme öyle. Toparlanman lazım biliyorsun değil mi? İki yıl oldu Beomgyu. Koca iki yıl oldu ama sen unutamadın gitti Taehyun'u."
"Dile kolay Yeonjun. Bilmiyorsun. Her gün unutmak için beynimle verdiğim mücadeleyi bilmiyorsun. Her sabah onu unutamadığım için akan gözyaşlarımı görmüyorsun. Sus o yüzden."
"Üzgünüm Beomgyu. Seni üzmek istemezdim. Ama ne kadar çökmüş olduğunu anlamıyorsun. Eriyip gidiyorsun gözümüzün önünde. Orada olsam seni bu halde bırakmayacağımı biliyorsun ama lanet olsun ki başka bir ülkedeyim. O yüzden Huening'in dediklerini dinle olur mu? Aklım sende kalıyor, endişeleniyorum."
"Endişelenme Yeonjun. Zaten işin başından aşkın. Koca şirketi yönetiyorsun tek başına. Bir de benim derdimi sırtlanma sen de. Ben kendi başımın çaresine bakıyorum, merak etme."
Telefonun ucundan bir hıçkırık sesi yükseldi. Yeonjun ağlıyordu.
"Yeonjun, ağlıyorsun..."
"Beomgyu... Ben seni kaybetmek istemiyorum. Soobin'i kaybettik biliyorsun. Seni de kaybedemem ben. Yaşayan bir ölüden farkın yok. Toprak atılmayı bekliyor sanki vücudun. Gir desem mezara girecek haldesin. Geri dönmeni istiyorum bize. O gülen, kahkahaları kulağımda çınlayan Beomgyu'mu istiyorum ben..."
Tutamadı kendini Beomgyu da. Sol gözünden bir damla yaş düştü onun da. Soobin'i hatırlayınca cız etti yüreği. Altı ay önce o lanet trafik kazasında kaybetmişlerdi arkadaşlarını. Zaten üzgündü, üstüne arkadaşının ölümü yıkmıştı kendisini.
Hayat acımasızdı. Son iki yıldır acımadan sevdiklerini elinden alıyordu bir şekilde. Dur demek isterdi Tanrı'ya. Ya da beni de al yanına, bitsin tüm bu acılar.
"Onları çok özledim Yeonjun."
Bir hıçkırık sesi daha duyuldu odada.
"Biliyorum Beomgyu'm. Soobin'in acısı daha çok taze. Unut diyemem, unutamayız. Unutmamalıyız zaten. Ama Taehyun gitti. Onu affedemiyorum. Unutmalısın bu yüzden onu."
"Deneyeceğim. Anılar tazeliğini koruyor hâlâ ama deneyeceğim. Sen iyi olduğuna emin misin peki? Soobin'i seviyordun hyung. Tanrı bilir sen ne haldesin şimdi. Unutmak için gitmedin mi bu ülkeden zaten? İşini başka bir yere taşıdın. İyi olduğundan emin olmak istiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cry my dear but do not bleed | taegyu
Fanfiction"Şarkı gibiydin sen. Söyleyemedim her bir dizeni. Affet desem de çok geç artık. Bir şans daha istemek yüzsüzlük mü olur Gyu?" "Ben seni affederim ama kalbim affetmez Taehyun. Gerçi bir kalbim var mı artık onu da bilmiyorum. Gitmeyecektin, bırakmayac...