Özlem geçirebileceğiniz bir duygu değildi. Geçmezdi, geri döneceğini bilseniz bile gözlerinizle görmeniz gerekirdi o kişiyi, sımsıkı sarılıp doyasıya koklamanız.
Daha zor olanı ölü birini özlemekti. Çaresi yoktu. Giden kişiyi geri döndüremezdiniz. Soğuk mermer taşıyla giderebilirdiniz ancak içinizi yakan o hissiyatı.
Beomgyu da özlüyordu. Daha birkaç ay önce kaybettiği arkadaşı Soobin'i delicesine özlüyordu. Yaptığı şeylerden dolayı içinde bir tutam kırgınlığı vardı ona karşı ama özlemi daha ağır basıyordu. Özlemini dindirmek için de bugün yanına uğrayacaktı.
Kahvaltı bile denemeyecek kadar kısa bir sürede atıştırdıktan sonra, mezarlığa gitmek adına hazırlandı. Siyaha bürünmeyecekti o diğer herkesin yaptığı gibi. Rengarenk gidecekti onu neşelendirmek için.
Bu yüzden mavi, yeşil ve turuncu renklerle donattı kendini. Evden çıkarken çiçekçiye uğrayacaktı. Çok sevdiği menekşelerden götürmek istiyordu arkadaşına.
Yavaş adımlarla merdivenlerden inip kendini dışarıya attı. Güneşin iliklerine kadar ısıttığını hissediyordu kendisinin. Çiçekçiye vardığında tazelerinden bir demet menekşe buketi yaptırdı.
Evine çok da uzakta değildi mezarlık. Ulaşması yarım saatini almıştı. Gözlerini mezar taşlarının üstünde gezdirirken tanıdık isimle adımlarını oraya yönlendirdi.
Sessizdi, ölüm kokuyordu dört bir yanı buranın. Hoş, Beomgyu ölümden korkmazdı. Bir sevdiğinin daha ölümünü tatmak en büyük korkusuydu sadece. Bu yüzden hep önce kendisinin ölmesini dilerdi. Tıpkı şu an yaptığı gibi.
Sessizce diz çöktü arkadaşının mezarı başında. Menekşe buketini toprağının üstüne bıraktı. Elleri mezar taşına giderken yavaşça okşadı orayı.
"Soobin bak, ben geldim. En sevdiğin çiçeklerden getirdim sana."
Derin bir nefes alırken göz pınarları yavaş yavaş ıslanmaya başlamıştı.
"Seni çok özledim... Bu özlem bazen o kadar ağır geliyor ki, çekip gitmek istiyorum bu dünyadan. Yeonjun hyung'un benim yüzümden o halde oluşunu görmek, Kai'nin sürekli senin adını sayıkladığını dinlemek çok zor... Aşık olunacak kişi mi kalmamıştı Tanrı aşkına ki bana aşık oldun? Ah be Soobin, sana çok kırgınım bu yüzden. Taehyun ile aramıza girmene, aklına yalan yanlış düşünceler sokmana... Ama en çok da benimle konuşma gereği bile duymadan, duyduklarıyla çekip giden ona kırgınım. Affedebilir miyim bilmiyorum... Affetsem ne olur ki sanki? Bu saatten sonra mutlu mu oluruz? Yeonjun hyung'u her gördüğümde siz geleceksiniz aklıma. Sana kavuşamadığı gerçeğini, bitmeyen özlemini göreceğim gözlerinde."
Gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Usulca düşerken gözlerinden damlalar, silmekle uğraşmadı onları. Ardından çiçeği bıraktığı toprağı okşadı.
"Arkamdan gözyaşı dökmeyeceklerini bilsem inan ki bugün bile gelirdim yanına. Vicdan azabı denen yükle yaşamak zor. Kaldıramıyorum. Bize ne oldu Soobin? Her birimiz dağıldık. Dört bir yandayız. Parçalarımız toplanmaz bu saatten sonra. Taehyun meselesi çok başka bir şey, Yeonjun hyung desen ayrı bir dünyada. Kai'yi hâlâ çözemedim. Ne yaşıyorsa içinde yaşıyor, dışarıya vurmayı sevmiyor duygularını. Bense koca bir boşluktayım. Ne yapacağımı, nasıl yaşayacağımı bilmiyorum."
Gözleri boşluğa dalarken bir süre devam edemedi konuşmasına. Boğazını yakan bu his geçmiyordu. Gözyaşları ile beraber akıp gitmiyordu acısı. Fani dünyanın gerçekleri fazlasıyla yormuştu aciz bedenini. Nefes almaya gücü yoktu. Özlem kavuruyordu kendisini. Güneş cehennem gibi sinmişti üzerine bu kasvetli yerde. Yanıyordu Beomgyu, söndürecek bir yol yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cry my dear but do not bleed | taegyu
Fanfiction"Şarkı gibiydin sen. Söyleyemedim her bir dizeni. Affet desem de çok geç artık. Bir şans daha istemek yüzsüzlük mü olur Gyu?" "Ben seni affederim ama kalbim affetmez Taehyun. Gerçi bir kalbim var mı artık onu da bilmiyorum. Gitmeyecektin, bırakmayac...