5

85 16 8
                                    

Hayat çok garipti, hayatı anlamak içinse deli olmak gerekirdi. Gerçekleri görüp anladığında sana deli derler, gerçekleri görmek ve anlamak istemeyen kişiler. Peki ya siz? Deli misiniz? Yoksa salağa yatan toplulukta mısınız?

Ben deliyim.

Odasında saatlerce ağlarken kalemin yere düşmesine karnım ağrıyana kadar gülebilirim. Öğrendiğim gerçekler beni delirtmişti.

O gün..

3 yıl önce, sevgilimin kedilerini veterinere götürüp aşılarını yaptıracaktık. Başta her şey güzeldi, kediler aşılarını olmuş eve gidiyorduk. Nasıl olduğunu anlamadan elimdeki kedi tasması açılmış ve Dori koşmaya başlamıştı. Minho diğer kedilerinin tasmasını bana verip arkasından koşmuştu.

Yüksek bi çığlık ve arabanın fren sesini duyduğumda elimdeki tasmalar da düşmüştü.

Lee Minho o kazadan zor kurtulmuş ama hafızasını kaybetmişti, benim güzel sevgilim unutmuştu beni. Ne kadar onun karşısına çıkıp özür dilemek istesem de ailesi ve arkadaşları buna izin vermemişti, benim suçum olduğunu söylüyorlardı ve evet benim suçumdu. Eğer tasmayı güzelce takmış olsaydım bunların hiçbiri yaşanmış olmayacaktı.

Ama.

Şu an karşımda oturup etrafa bakınan kişinin karşısına çıkacaktım, yanında da arkadaşı vardı bir zamanlar benim de arkadaşımdı. Aradan o kadar zaman geçmişti ki beni tanıyacaklarından emin değildim, saçlarım eskisi gibi uzun değildi ve rengi de sarı değil koyu bir kahve rengiydi. Bedenim de fazlasıyla zayıflamış ve göz altlarım çökmüştü.

Maskemi takıp şapkamı iyice indirmiştim yüzüme doğru, sadece yeri izleyerek yanlarına gitmiştim. Kalbim öyle bi çarpıyordu ki insanların gürültüsü olmasa karşımdaki ikilinin duyabilmesinden endişelenirdim.

"Jin? Sen misin?" Minho konuştuğunda gözlerim dolmuştu, uzun zaman sonra o güzel sesini duymak kalbimi fazlasıyla acıtmıştı.

Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda gülümseyerek bana baktığını gördüm, güzel yüzü değişmemişti yine aynı mükemmellikle kalmıştı.

"Hyunjin?" Yandaki sesi duyduğumda başımı çevirip gözlerinden kaçırdım bakışlarımı. Tanımıştı işte, her ne kadar bu zaman içinde konuşmamış olsak bile tanımıştı. "Cidden sen misin?"

"Chan hyung, siz tanışıyor musun?" Arkamı dönüp gitmek istedim ama yapamadım çünkü ayaklarım geri adım atmak yerine ileri adım atmak istiyordu, kollarım ise ayakarıma destek olup o çok özlediğim sevgilime sarılmak istiyordu. Yapamazdım.

"Eski bir tanıdığım, hadi gidelim Minho çok kaldık bile." Duyduklarımla başımı çevirip Chan hyunga baktım, göz yaşlarım dayanamamış akmaya başlamıştı. Ne kadar benim suçum olsa bile isteyerek yaptığım bir şey değildi ki ve bu kişi benim canımdan çok sevdiğim kişiyse bunu asla bile isteye yapmazdım. Düşmanım bile olsa yapmazdım böyle bir şey yapmazdım, kıyamazdım ki ben hiçbir şeye.

"Lütfen biraz izin ver konuşayım."

Fısıltıyla konuşup yalvaran gözlerle baktım ama gözlerime bakmadı bile, beni umursamadan Minho'nun bileğini tutup sürükledi. Minho sorardı asla öğrenmeden bırakmazdı Chan hyungu ama asıl korktuğum şey Minho'ya sadece kendi gördüklerini anlatmalarıydı. Bilerek ve isteyerek yaptığımı anlatacaklardı.

Olduğum yerde çöküp ağlamaya devam ettim, gücüm kalmamıştı bu yaşananlara.

Telefonumu çıkartıp babamı aradım, bu zamana kadar her zaman destek olur ve yardım ederdi bana, asla yargılamaz ve sorgulamazdı.

"Efendim oğlum." Telefon açıldığında babamın sesini duymamla ağlamam daha çok şiddetlenmişti, hıçkırıklarımı durduramasam da babam beni anlamış gibi konum atmamı ve geleceğini söylemişti.

İnsanların garip konuşmaları kulaklarımda yankılanırken kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya devam ediyordu, ellerimin titremesini durdurmaya çalışırken ellerimin üstünde başka bir eli hissettiğimde yüksek bir çığlık atıp geri çekildim. Şu an kimsenin dokunmasını istemiyordum, çoğu zaman ağladığım için döven çok olmuştu. İnsanlar acılarıma daha çok acı ekleyen acımasız yaratıklardı.

"Hyunjin, benim Minho."

Beynim yine bana oyun oynuyordu, her zaman olan şeydi bu artık alışmıştım. Farklı sesleri onun sesi gibi duyuyor ve delirdiğimi düşünerek daha çok ağlıyordum, genelde kriz geçirdiğim zamanlar oluyordu bu.

"Yüzüme bak Hyunjin." Çenemde hissettiğim elini itekleyip geriye doğru sürüklenmeye devam ettim, gitmesini ve dokunmamasını söylesem de dinlemiyordu.

Babamın sesini duyduğumda oraya doğru bakıp zorla ayağa kalkarak yanına koştum, tek sığınağımdı ve hep korurdu beni her şeyden ve herkesten. Sarılışıma sıkıca sarılarak karşılık verdiğinde derin bir nefes aldım, kokusu dahi beni sakinleştirirken saçlarımı sevmesi iyice mayıştırmıştı beni.

"Eve gidelim lütfen." Babam beni onaylayarak yürümeye başladığında onun adımlarına eşlik etmeye çalışarak ayrılmıştık ordan.

O günden sonra uzun bir süre ne telefonuma bakmıştım ne de depoya inmiştim, düşünmek bile istemediğim için günlerce uyumuştum. Annem zorla yemek yedirirken midemin ağrısını bile umursamayarak uyumaya devam etmiştim. Bir yandan işe de yaramıştı, en azından yediklerim midemde kalıyordu.

Kapı sesi duyduğumda göz kapaklarımı açmak için bile yorgun hissediyordum "Anne yeni yemek yedim."

Gözlerimi açmama neden olan şey de duyduğum sesti.

"Hyunjin, biraz konuşalım mı?"

Karşımdaydı, odamdaydı ve bana gülümseyerek bakıyordu. Hayal miydi yoksa gerçek miydi artık beynim bu ikisini ayıt edemiyordu.

Ressamın Şarkısı (HyunHo)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin