BİR HAYALCİNİN HAYALİ

51 2 0
                                    

Pekala, derhal durmalıyım!

Sakin olmaya hayatım boyunca en ihtiyaç duyduğum anlardan birindeydim. Hızlı hızlı yürüdüğüm yolda, az sonra benim de aralarına katılacağım binlerce hayalcinin boncuk gibi dizilmiş olduğu sıranın birkaç metre gerisinde aniden durdum ve gözlerimi sımsıkı yumdum. Önce sakin olmalı sonra adım atmayı denemeliydim yoksa daha sıranın içine karışamadan yalpalaya yalpalaya yarı yolda kafamı gözümü kırmaktan başka hiçbir işi başaramayacaktım.

Kapattığım gözlerimin ardında derin derin nefeslerimi Lizzy sekteye uğratmıştı, kaşlarımı çatarak tek gözümü araladım ve daha o ağzını açamadan "Sus, sakın bir yorum yapayım deme Lizz, evrene saçma sapan mesajlar göndererek gelecek yüzyılımda başıma bela olacak bir insanı bana musallat etmeni istemiyorum." deyiverdim, tek gözüm hala kapalıydı.

"Yapma Quenn, o iş insanlar için geçerli, bu dünyada karma denilen o boktan şey yok." Ellerini iki yana açmış az sonra gireceğimiz hayalkentini gösterir gibi işaret etti bana doğru yaklaşırken.

Omuzlarımı silktim. "Kim demiş bunu Lizz, hem önemli olan..." Ben daha cümlemin sonunu getiremeden araya girerek, "Ah evet evet, önemli olan kişinin neye inandığı ve bu yolda sarf ettiği inanç sayesinde dünyasının ne kadar değişebileceğidir, değil mi?" dedi burun kıvırarak. "Bütün olay bu, tabii tabii." Kolumdan itekleyerek yeniden yürümeye başlamama sebep oldu.

Ona yandan ters bir bakış atıp az önceki titrek yürüme eylemime bir nebze de olsa daha kendimden emin şekilde devam ettim. Bu anı tam tamına 139 yıldır bekliyordum, bugün var olduğum gündü ve onca disiplinli, yıldırıcı, hayatımı adeta kaydıran kıvamdaki sıkı derslerimin neticesini alacak, nihayet hayalci olarak yaşayacağım yaşantımın ilk gününe adım atabilecektim. Bu yüzden Lizzy'nin tüm sinir bozuculuğuna katlanabilirdim, bunu düşününce suratımda belli belirsiz bir gülümseme oluştu.

Günün hiçbir anında değişmeyen parşömen görüntüsündeki basık gökyüzü her zaman olduğu gibi günü göz acıtan cinsten bir parlaklıkla kaplıyordu. Gerçek gökyüzünün nasıl göründüğüne dair öyle çok hayal kurmuştum ki bu bazen kendimi bir hayalciden çok hayalperest bir insan gibi hissetmeme sebep oluyordu. Az sonra bu yapay gerçeklikten kurtulacak, hem insan dünyasına hem de hayalcilerin ait olduğu insan dünyasının bir yansıması olan hayalkentine adım atacaktım, ama tabii önce beni bekleyen bir kura vardı.

Dar geçitten nizami bir düzen içinde sıra sıra tüm hayalci adayları olarak geçerken yolun sonundaki kızıl pembe günışığı üzerimize vuruyordu. Havadaki o varlığını hissedebildiğimiz ağır, mistik güce eşlik eden tek şey robotik adımlarımızın zemini titreten ritmik sesleriydi. Uzun ama çok uzun bu yürüyüşün ardından sıranın hem başlangıç hem de bitiş noktasını göremediğim bir halde kilometrelerce ilerlemeyi nihayet sonlandırmıştık. Tünelin ağzından milyonlarca hayalciyi bağrına basarken bile zorluk çekmeyecek genişlikte olan meydana ayak bastığımızda sıramızı hiç bozmadan sarmal şekiller alarak meydanın kalbinde yerimizi aldık, her sarmala on bin hayalci ve yüz bin sarmal oluşturacak şekilde dizilmiştik. Bu noktadan sonra kimsenin çıtının dahi çıkmadığını itiraf ediyorum, elbette Lizzy ve ben hariç.

"Hadi en azından erkek mi yoksa dişi mi çıkacağına dair bir iddiaya girelim. Herhalde buna da burun kıvırmazsın." Lizzy sanki başını döndürmeye korkar gibi hiç kıpırdamadan göz ucuyla benden tarafa baktı. Sağında, önümüzdeki en az bir düzine hayalcinin ardında kıpırdandım. Bu hareket nereden bakarsanız bakın buzdan mızraklar yutmuş kadar kıpırtısız dikilen binlerce hayalci bedeninin arasında bariz bir şekilde göze çarpardı.

Burnumdan sıkkın bir soluk verdiğimde kazandığını anlayan Lizzy sağ elinin işaret parmağıyla orta parmağını belli belirsiz bana doğru uzattı. "Seç bakalım, seni şanslı bebek!"

HAYALCİ Where stories live. Discover now