Kaosun Doğuşu Bölüm-1

17 3 1
                                    

1.Hafta:

Koşuyordum, arkamdan yarılan yer çatırdarken beni korkudan deliye döndürmüştü.
Hayatta kalmanın bu kadar zor olabileceğini ilk kez aklımdan geçirmiştim ancak düşünmenin sırası değildi. İçinde bulunduğum ormandaki ağaçlar ben muazzam bir hızda koşarken yere dik bir biçimde duran gölgelerden ibaretti. Ayaklarım beni taşıyamayacak seviyede yorulmuştu, ama yine de peşimden gelen kabusun benim sonum olması ihtimalini düşünmek bile istemiyordum.

 İleride bir dağa benzeyen taş yığınını gördükten sonra onun içine girmenin benim tek şansım olduğu kanısına vardım. Kükreyişlere aldırmadan yığına doğru kan ter içinde ilerlemeye devam ettim. Her adım kurtuluşa yaklaşmam için beni motive ediyordu. Peşimdeki yaratık gittikçe sinirleniyordu ve hayatımda hiç görmediğim bir biçimde gövdeye sahipti. Boyu yaklaşık 10 metre, devasa kolları ve karanlıkta parlayan mavi gözleri vardı. Burnu yerine de sonu belli olmayan iki deliği vardı ve her şeyi oraya çekiyordu.

 “Cehennem orası olsa gerek” diye düşündüm içimden. Belki de oraya girdiğimde sonsuzluk nedir öğrenecektim, ama şimdilik koşmaktan kopmak üzere olan ayaklarımın acısına direnmeyi tercih ettim. 4, 3, 2 kilometre derken yer sarsıntılarından bana çok daha yakın olduğunu hissettim. Uzaktan gelen ağaç kütürtülerine aldırmadan sonunda mağara olduğunu kestirebildiğim “sığınağa” girdim. İçerisi o kadar sessizdi ki kalp atışımın sesini ve su damlalarının kristalleşmiş zemine çarpmalarını duyabiliyordum. İçerisi soğuktu fakat tehdidin hala var olduğunu hatırlayıp ateş yakma fikrinden vazgeçtim. Geceyi orada geçirdim. Sabah uyandığımda şaşırtıcı bir biçimde hala her tarafın sağlam olduğunu fark ettim. Karnımın gurultusu ile artık kahvaltı yapmanın zamanının geldiğini düşündüm.
Yanımda hiçbir alet yoktu. Avlanmam imkansızdı. En azından ileride bir şelale vardı, kendi kendime : “Chi bugün benden yana!” diye haykırdım. Chi neydi ne değildi hiçbir fikrim yoktu. Küçüklükten beri ailemin ve köydeki herkesin ağzında dolanan bir laftı.

 Bir çeşit tanrı ya da özel biriydi diye düşünürdüm eskiden, artık sadece zırvalıktan ibaret bir ağız dolusu sözcük deyip geçiyorum. Eğimli patikadan ilerlerken dünkü olayları düşündüm. 

Sanki hiç yaşanmamış gibi geliyordu. Su sesleri artınca içime bir rahatlama geldi ve adımlarımı hızlandırdım. Tepeye çıktığımda, gökyüzüne kadar uzanan şelalenin yere çarpan suları, su taneciklerine ayrışıp güneş ışığıyla birlikte minik bir gökkuşağı oluşturuyordu. Bu görsel şölen yetmiyormuş gibi akan suların biriktiği gölün içine bakınca bin bir çeşit canlı görüyordum. Öyle garip canlılar vardı ki bazılarını görünce irkilmeden edemedim. 

O buz gibi sudan içince biraz da olsa kendime geldim. Etrafı kolaçan ettikten sonra kalın bir dal parçası bulup bir taş ile ucunu sivrilttim, avlanma zamanıydı. Hangi hayvanın yenilebildiği hakkında zerre fikrim yoktu ama bunu şansa da bırakmak istemedim.

 Küçükken köyümdeki avcıların dedikleri aklıma geldi: “Renkli canlılardan uzak durursan sıkıntı da senden uzak durur evlat.” Bu, içinde bulunduğum durum için çok da iyi bir taktik değildi çünkü nereye baksam bir renk cümbüşü vardı.

 Açlığın verdiği sabırsızlığa yenik düştüm ve önüme hangi canlı gelirse onu yiyeceğime karar verdim. 4 bacaklı ve 2 yüzgeçli turuncu bir şey yerin dibinde ilerliyordu, görünüşe göre hızlanması gerekirse yüzgeçlerini kullanacaktı. Yengeçleri andıran bu hayvanın üstünün aynı onlar gibi sert olduğunu düşündüm ama yine de odaklanıp tam gövdesinin ortasına “mızrağı” indirdim. Suyun içinden boğuk bir kütürtü sesi geldi ve sapladığım gibi hayvanın bacakları anlamsızca hareket etmeye başladı.

 “Mızrağı” suyun dışına çıkardım ve önce avıma dokunmaya tereddüt etsem de korkumu yenip hayvanı çiğ çiğ yemeye başladım. Az kalsın kusuyordum, “Yanımda tencere olsaydı da pişirseydim.” Diye söylenerek yemeye devam ettim. Zehirlenmeme umuduyla son lokmayı da mideye indirdikten sonra gölün yanına uzanıp oradan canlıları incelemeye devam ettim.

Kaosun DoğuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin