(♡)
minho'nun attığı son mesaj ile kalbim teklerken nefesimi tuttum. ne onunla konuşmak, ne de yüzünü görmek istiyordum bu yüzden umursamaz surat ifademi takındım ve o içerisinde bulunduğum kabinin kapısını yavaşça tıklatırken kilidi açtım.
"ne var?"
kafasını yere eğip gülümsedi önce, ben de hâlâ düz suratımla ona bakıyordum. soruma cevap alamayınca karşımda dikilen bedenine çarpmadan kenara geçtim ve aynaya bakarak ellerimi yıkamaya başladım. yani, şu an bunu yapmamın mantıklı bir açıklaması yoktu fakat tuhaf bir şekilde buradan gitmek de istemiyordum.
"neden kaçtın benden?"
soruma soru ile karşılık verilmesi en çok sinir olduğum şeylerden birisi olduğu için gözlerimi devirdim ve musluğu kapatıp kenardaki peçete ile elimi kurulamaya başladım.
"seninle karşılaşmak istediğimi sanmıyorum pek."
bıkkın ses tonumla cümlemi kurduktan sonra dışarıdan gelen kahkaha sesleriyle kafamı tuvaletin dış kapısına çevirdim. kapı tam açılacağı sırada belimde hissettiğim el ile arkamı döndüm ve bir çırpıda beni tuvalet kabinine sokan minho'ya baktım şaşkınlıkla.
"n'apıyorsun lan?"
gürültülü birkaç kişi tuvalete girdiğinde minho avcunun içiyle ağzımı kapattı ve bakışlarını gözlerime sabitleyerek fısıldadı. "ben de bilmiyorum ki."
gerçekten salak olduğunu bana her seferinde kanıtlıyordu ve ben ona sinirlenemiyordum bile, bu yüzden kendime daha da çok öfkelenip elini ağzımdan çektim ve kabinin kilidine doğru uzandım.
bu sefer de hızla bileğimden tutan minho ile donup kaldığımda, zaten fazlasıyla dar olan kabinde bedenlerimizin gerektiğinden çok temas halinde olduğunu fark edip biraz ondan uzaklaşmaya çalıştım. çünkü onun bana uyguladığı her temas şekli aklıma o günü getiriyordu ve bu da beni inanılmaz tuhaf hissettiriyordu.
ama o kendini pek geri çekmedi, arkadan bana yaslanmaya devam etti ve ben de bu sefer elimi kilitten çekip bedenimi ona çevirdim.
tuvalete sürekli birileri girip çıkarken bizim buradan iki kişi olarak çıkmamız pek normal gözükmezdi, bu yüzden zil çalana kadar burada kalacağımızı kabullenmiştim.
"jisung," fısıldayarak konuşan minho'ya çevirdim bakışlarımı. yüzümüz de fazlasıyla birbirine yakındı. "buradan çıkınca biraz konuşalım mı?"
kafamı olumsuz anlamda salladım ve düşen suratına aldırış etmeden saçlarını incelemeye başladım. mor renkliyken olduğu kadar güzel değildi belki - ya da bana öyle geliyordu, malum en sevdiğim renk mordu - fakat sarı da ona yakışıyordu. minho'ya sanırım çoğu renk yakışıyordu ve o da bunun bilincindeydi.
incelediğim şeyi fark edip, "güzel olmuş muyum?" diye hevesle sorduğunda ona baktım tekrardan. bana yapılan bütün kötülükleri unutup bir aptal gibi karşımdakini onaylamak, sanırım benim en büyük sorunumdu. evet, der gibi salladım kafamı bu yüzden. o da samimi bir gülüş sundu bana.
"moru sevmediğin için değiştirdim. bunu da sevmezsin diye ödüm kopuyordu fakat iyi ki bugün okula gelmişim. baksana, gerçekten de beğendin beni."
tatlı gülümsemesiyle peşpeşe kurduğu cümlelere karşılık olarak ifadesiz suratımla bakmaya devam ettim. ona artık pek inanasım gelmiyordu şahsen, barışmak için söylediği yalanlardan birisi olabilirdi bu da. minho sanırım beni tam da bu noktaya sürüklemişti, karşımdakine güvenememe problemi.
ortamdaki adrenalinden kaynaklanan hızlı nefes alıp vermelerimiz ve arada birbirimize attığımız kaçamak bakışlar giderek artarken ne yapacağımı bilemedim. minho'nun yüzü giderek bana yaklaşırken, birkaç dakika önce sadece gözlerime bakan çocuk artık dudaklarıma da bayık gözleriyle bakarken gerçekten ne yapacağımı bilemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
poor or rich ✓
Fanficjisung: ben dogdugum cagi sikeyim insanlar fakir zengin diye ayriliyo suna bak amk keske tas devrinde dogsaydim bi uyaniyosun baban tepende eğe eğe tekerlegi buldum diye bagiriyo tekerlek dedigi sey de kenarlari yontulmus kare tas amina koyim mukemm...