(♡)
minho'nun attığı o mesajdan sonra sohbet ekranıyla yaklaşık üç dakika boyunca bakıştım, ardından yok canım, şaka yapmıştır herhalde diye düşünüp kendimi sakinleştirmeye çalıştım fakat başarılı olamadım.
anlık gelen heyecan hissiyle sallandığım salıncaktan kalktım ve minik parkı birkaç kez turladım, bunu yapmam yaklaşık yarım saatimi aldı. böylelikle tur sayımın birkaç kezden daha fazla olduğunu fark ettim.
minho'nun yanıma gelmeyeceğini sonunda idrak edebildiğimde saat gece yarısını geçmişti, biraz üzüldüm tabii. sanırım hayal kırıklığına da uğramış olabilirdim, bilemiyorum.
yuvarlandığım kaydıraktan sürüklenerek indim, pis olmasını umursamadığım zemine uzandım ve kendi kendime söylenmeye başladım. "mal zorba, yine kandırdı beni. nasıl her seferinde inanabiliyorum şuna ya, şaka gibiyim gerçekten de. ama bundan sonra yok-"
"ne yok?"
yakınımda duyduğum sesle yerimde sıçrayıp ayaklandığımda minho'yu gördüm, biraz duraksadım ve ondan uzaklaşıp trip atar bir şekilde kaldırımın kenarına oturdum. "iki saat oldu be, iki!"
"özür dilerim jisung, yemin ederim evden tam konuştuğumuz saatte çıktım fakat kayboldum. bu nasıl bir yer böyle?"
hızlı konuşması beni güldürürken bunu ona yansıtmadım ve kaşlarımı çatmaya devam ettim. "üçüncü arabanla mı geldin, o biraz sıkıntılıydı sanırım."
bunu bilmem onu şaşırtmış olacaktı ki önce kaşlarını çattı, sonra da ensesini kaşıyarak yanıma doğru adımladı ve tam önüme çömeldi. "hm, onunla geldim."
suratının tam benim hizamda olması istemsizce kalbimin hızlanmasını sağlarken kafamı geriye çektim biraz, çok sinirliydim çünkü ona. kalbimi böyle kelebekler istila ediyormuş gibi hissettirmesine ve bu kadar güzel olmasına da. minho ile ilgili her şeye sinirliydim işte.
"kaçma benden."
düz surat ifadesiyle gözlerini benden çekmeden söyledi bunu, fısıldadı daha doğrusu. sesi, hisleri altında ezilir gibi çıkıyordu ağzından her seferinde. bu da sanırım enayi tarafımı fazlasıyla harekete geçiriyordu ve onu üzmüşüm hissine kapılıp saatlerce karşımdaki bedene sarılma isteği uyandırıyordu içimde.
cevap vermedim dediği şeye, o da üstelemedi pek. bacaklarının üstüne uyguladığı ağırlık onu yormuştu sanırım, direkt olarak parkın zeminine oturdu çünkü. ben de hâlâ karşısında, kaldırıma oturmuş ve kollarımı bacaklarıma bağlamış bir şekilde ona bakıyordum.
gözlerimizi birbirimizin üzerinden çekmedik bir süre boyunca, aklımda sadece attığı son mesaj dönüp durdu. her nefes alışında ve her yerinde kıpırdanışında beni öpeceğini düşünüp gözlerimi kapattım, ama bunu o kadar kısa süre içerisinde yapıyordum ki bunu fark etmediğine adım kadar emindim.
sessizliğimizi yeniden onun konuşması bozdu, "jisung, dudağına bir şey sürdün mü?"
al işte, dedim kendi kendime. bu gece bu konunun açılacağı zaten belliydi, neden şaşırıyordum ki. ne diyecektim şimdi, evet sen gelmeden önce sırf güzel gözüksün diye çilekli lip balm sürdüm falan mı?
"hm, evet." diye ağzımın içinde mırıldanabildim sadece. adeta sesim içime kaçmıştı, bizimkiler bu halimi görse saatlerce gülebilirlerdi bana.
"benim için mi sürdün peki?"
evet, kafamı duvarlara sürtmek istiyorum bunu yaptığım için ama evet. yine de böyle diyemedim tabii, kafamı onaylar bir şekilde sallamakla yetindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
poor or rich ✓
Fiksi Penggemarjisung: ben dogdugum cagi sikeyim insanlar fakir zengin diye ayriliyo suna bak amk keske tas devrinde dogsaydim bi uyaniyosun baban tepende eğe eğe tekerlegi buldum diye bagiriyo tekerlek dedigi sey de kenarlari yontulmus kare tas amina koyim mukemm...