"hyunjin!"
otobüsten indiği gibi kulaklarına dolan arkadaşının sesiyle gülümsedi. uzaktan arabasına yaslanmış, yüzünde kocaman gülümsemeyle el sallıyordu eli valizli arkadaşına.
güneş en tepedeyken etrafda tek bir yaprak bile kıpırdamıyordu. havaya karışmış küçük şehrin kendine özgü kokusuyla derince nefes aldı. aklına doluşan anılarla gülümsedi. gerçekten de özlemişti bu kokuyu. yıllardır adım atmadığı çocukluk şehrine şimdi genç bir adam olarak gelmişti. otobüsün hareketlenmesiyle etrafı hafif toz bulutu kaplarken hyunjin kendisini bekleyen arkadaşına taraf adımladı. ikili ortada buluşup sarılırken hyunjin vücuduna sıkı sıkı dolanan kollarla boğulacağını hissediyordu.
"tamam jisung yeter. sanki daha bir hafta önce buluşmadık."
kahverengi saçlı oğlan yalancı sinirle uzun olanın sırtına vurdu. ikili aynı üniversitede fakat farklı bölümlerde okuyordu. doğal olarak bir birlerini sürekli görüyorlardı. daha ilk seneden kaynaşmış ve yakın arkadaş olmuşlardı. sonradan aynı memleketten olduklarını öğrenmeleri iksini de ufak çaplı şoka uğratmıştı. hyunjin'in aksine jisung sık sık gelirdi buraya. bir hafta önce hyunjin her ne kadar istemese de jisung bir şekilde onu ikna etmiş ve yaz tatilini bahane ederek şehre gelmesini sağlamıştı. hyunjin'i bildi bileli hiç tatil yaparken görmemişti. hep ya ders çalışır ya da bir şeyler çizerdi. tam da kendi kişiliğine uygun olan sanat tarihi bölümünü kazanmış ve bölümünü severek okuyordu. bu uzun boylu oğlan zaten başlı başına sanat eseriydi.
"ne var be iki sarıldıysak. gıcıksın gıcık." valizleri alırken arabanın bagajını açtı.
"sus da taşı şunları zaten yol yorgunuyum."
"amma da şey getirmişsin ha! alt tarafı bi yaz tatili."
"jisung alt tarafı dediğin tatil üç koca ay farkındaysan."
"çok biliyorsun sen."
son valizi de koyduktan sonra bagajın kapağını kapatıp sürücü koltuğuna geçti. hyunjin'de yan koltuğa oturmuş penceresini tamamen açarak hafiften esmeye başlayan rüzgarın sıcaktan kavrulan vücudunu serinletmesine izin vermişti.
yol boyunca kollarını yasladığı pencereden başını çıkararak dışarıyı izlemiş, geçtikleri renkli evleri ve çeşitli ağaçları izleyerek bir sürü soru sormuştu jisung'a. sanki buraya ilk defa geliyormuş gibi hissediyordu. çoğu şey değişmişti. yeni evler, mağazalar, turistik mekanlar eklenmişti. kaldırım taşlı yollar, bir sürü yeni ağaç ve her evin önünde renkli çeşit çeşit farklı türlerdeki çiçekler. çiçekleri çok severdi. güzel görüntülerini ve kokularını severdi. renkli yapraklarını incelemeyi, her birini beyaz eskiz defterine çizmeyi. aklında kaldığı şekilde canlı görünümlerini sonsuza kadar defterinde ölümsüzleştirmeyi seviyordu. defterindeki çiçekler asla solmazdı. ne zaman baksa karşılaştığı renk renk güller, beyaz nergisler, irili ufaklı mavi beni unutma çiçekleri ve menekşeler içini sonsuz mutlulukla kaplardı. önünden geçtikleri bir kaç rengarenk çiçekçi dükkanını, kocaman işlemeli kütüphaneyi ve tıklım tıklım olan cafeleri izledi göz ucuyla.
gözüne bir kaç bisikletli çocuk sataştı. bir birleriyle yarış halinde olan çocuklar gülüşerek kimin daha hızlı süreceği konusunda bağırışarak pedal çeviriyorlardı.
"hadi şimdi pedalı çevir."
"ya düşersem?"
"düşmeyeceksin hyun, tutuyorum."
bisikletin arkasındaki demirden sıkıca tutan minho yaklaşık on dakikadır hyunjin'e bisiklet sürmeyi öğretmeye çalışıyordu. daha önce kötü bir deneyim yaşamış olan ufak çocuk şimdi yeniden denemeye korkuyordu. yine düşüp yaralanacağını düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dandelion | hyunho
Fanfiction"beni özlediğinde bir karahindiba koparıp üflemen yeterli. ufak tanelerini görüyor musun? rüzgarla her biri farklı yerlere savrulacaklar ama içlerinden bir tanesi hep bana ulaşacak."