"buraya sadece sonbaharda gelmeyi sevdiğini sanıyordum."
çocukluklarından kalan bir avuç özel yerin birindeydiler yine. arkadan uçurumun kenarındalarmış görünümü veren manzara, kenara yaklaştıklarında ağaçlarla kaplıydı. sonbaharda gelirlerdi hep çünkü sıcak renklerin sarmaladığı yapraklar harika bir uyum oluşturuyordu.
"burası.. güzel."
"evet. ama neden gerginsin?"
katsuki aniden irkilince izuku 'anlayamayacağımı mı düşündün?' bakışı eşliğinde yaklaştı. "ne oldu kacchan? son zamanlarda biraz böylesin sanki."
"sadece.. yalnız olmamızı istedim. hiçbir şeyin bunu bölmesini istemiyorum."
"..."
"biliyorum çok uzun zamandır kendimi düzgünce ifade etmemi bekliyorsun. aslında bana çok tahammül ettin." başını eğip acı bir kıkırtı bıraktı.
bu anı kafasında çok oynatmıştı. çok korkuyordu yine batırırım diye. ya bu sefer tahammül edemezse? bu sefer bırakırsa onu?
"aslında söylediğin gibi." hayatında bundan daha tuhaf hissettiğini hatırlamıyordu. her şeyi davranışlarıyla belli etmek bir motto değildi artık; yaşam tarzıydı.
bu açıdan haklı gözüküyordu kendine ama izuku da haklıydı.
"sözcüklere ihtiyacım var." demişti. "onlarsız seni tam olarak anlayamam. her şeyi yorumlayıp acaba doğru mu diye düşünüp duramam. onları sevmediğini biliyorum ama ihtiyacım var kacchan."
ve katsuki sözcükleri gerçekten sevmiyordu. bir şeyleri dile getirmek zordu, utanç vericiydi, yanlış anlaşılmaya müsaitti ve daha samimiydi. samimi olmak istemiyordu.
bazı durumlar hariç.
"sana değer veriyorum. hatalarımı davranışlarımla düzeltmeye çalışıyorum bunu da anlayışla karşılıyorsun." ısrarla kaçmaya çalışan gözlerini tam aksini yaparak diğerinin gözlerine sabitlemişti.
elleri titriyordu. 'sikeyim.'
"ben-"
sözcükleri elinin kavranmasıyla kesildi.
"kacchan?!"
yutkunup gözlerini kırptı. izuku korkmuş gözüküyordu.
"kelimelere ihtiyacım var evet ama bu kadar zorlandığını görmeye asla. kendini zorlama. benim yanımda bu kadar gerilmeni istemiyorum."
güven vermek istercesine ufak bir tebessüm takınıp iç içe geçmiş ellerini sıktı.
"rahat ol, lütfen. içinden konuşmak geliyorsa konuş. gelmiyorsa sus. içinden ne geliyorsa sadece onu yap."
yavaşça gözlerini kapatıp nefes verdi. titremesi azalmıştı. cidden neden bu kadar gergindi? gözlerini yeniden açtığında titremesi tamamen durdu.
yeşillere baktı.
"içinden ne geliyorsa sadece onu yap."
ona karşı duran elini sıkıp kendine çekti. oturdukları için biraz garip bir pozisyondaydılar ama sorun değildi.
sıkıca omuzlarını birbirine bastırıp yavaşça nefes aldı.
rahatladığını hissettikçe söylemek istedikleri sıralandı, birleşti, kısaldı.
boynuna karşı "seni hak etmiyorum." dedi. "benim için öyle çok şey yaptın ve yapıyorsun ki. sikeyim, sadece tahammülün bile bunların başında geliyor. ben ise seni defalarca üzdüm. özür dilerim. ayrıca teşekkür ederim. çok değerlisin, izuku."
yavaşça sarılmadan ayrıldıklarında birbirlerine bakmadan ikisi de gözlerinin dolduğunu biliyordu.
"kacchan.. eğer dünyada en değer verdiğim insanı biraz daha alçaltırsan korkarım ilişkimizi gözden geçireceğim."
ağlamakla gülmek arasında giden sarışın boğazındaki yumruyu tutup diğerinin gözlerinin altını okşadı, güldü. "ne ağlak ama."
"ben teşekkür ederim. çok cesursun, seninle gurur duyuyorum."
bir kere rahatladığında her şey kolaydı aslında. "me too." çocukluk arkadaşının gözleri şaşkınlıkla açılırken elini yüzünden çekmedi. "im proud of my love."
galiba artık ingilizce konuşabiliyordu.