bir

39 5 25
                                    

hwang hyunjin

"barmenim!" ah, yine mi sen? neredeyse her gece burada sürten geri zekalı çocuğun tekiydi ama ne yazık ki onu kovamıyordum ya da kıyamıyordum her an ağlayacakmış gibi görünüyordu zaten. yaşı küçük olmalıydı, sahte kimlik kullanıyordu bunun farkındaydım. bir kaç kere kız kardeşimi almak için okuluna gittiğimde onu görmüştüm, lise öğrencisiydi henüz. 

"bir an gelmeyeceksin sandım innie, nerede kaldın bebeğim?" alayla söylendiğimde kocaman gülümsemiş tezgahıma kollarını bırakmıştı. gözleri her zaman ki gibi parlıyordu. 

"sensiz tek bir gece geçirebileceğimi sanmıyorum hyung." aynı şekilde bana alayla karşılık verdiğinde ne istediğini bilerek arkamdaki raflardan en sevdiğini indirdim ve önüne sürükledim. kafamı kaldırdığımda kocaman tilki gözleriyle beni izlediğini gördüm. gülümsedim ve kızlara döndüm. hepsini süzdüm. bugün ilgimi çeken biri olmamıştı ama onların ilgisini çektiğime emindim. bakışlarından anlaşılıyordu. 

tezgahın önündeki insanların bana bağırışını yüzümü buruşturarak izledim. adamın biri ona bira vermem gerektiğini bağırıyordu, diğer bir kız ise sevgilisinin tam bir şerefsiz olduğundan bahsediyordu ve uzun süredir bana bağırarak onu en yakın arkadaşıyla aldattığını anlatıyordu. onun için üzülmüştüm. 

kulağımı dolduran kırılma sesiyle soluma döndüğümde birbirinin kafasından şişe kıran adamlar görmeyi beklemiyordum demek isterdim ama bunu bekliyordum ne yazık ki, neredeyse her gün bekliyordum. tilki gözlü çocuk elindeki şişeye yanağına dayamış sevimlice gülümseyerek birbirinin kafasında şişe kıran adamları izliyordu. bundan eğleniyor gibi görünüyordu. değişik bir çocuk olduğunu söylemiş miydim?

tezgahın etrafında dolanarak yanlarına yürüdüm ve sarışın olan adamın elinden kırık şişeyi çekip aldım. şişeyi kapak kısmından tutmuş karşısındaki adama sallıyordu. ama adam o kadar aptaldı ki karşısındakine en ufak bir zarar bile verememişti. şişeyi kırılan yerinden tutup çektiğim için avucumun içi biraz kanamıştı ama sorun değildi. 

adamlardan esmer olan araya girmeme sinirlenmiş olacak ki üzerime doğru yürümeye başladığında arkasında büyük bir siluet belirdi ve iki adamı da kafalarından tutup benden uzaklaştırdı. sinirli görünüyordu ki her zaman öyleydi. 

"sıkıldım sizden artık amına koyayım!" chan hyung bağırdığında dişlerini sıkıyordu ve bağırıyordu. adamları tutarken bana doğru döndü ve bakışları jeongine uğradı. nadiren yaptığı bir şey yaparak gülümseyerek selam verdiğinde buradaki herkesin jeongine alışmış olduğunu bir daha fark ettim ve sinir bozucuydu. 

"jeongin bir baksana." kafasını şişesinin üzerinden çekmeden bana çevirdiğinde bir kez bile kaybolduğunu görmediğim gülümsemesiyle bana bakıyordu. "hı?" diye bir ses çıkarmıştı. kollarımı birleştirerek tezgaha koydum ve duyabilmesi için üzerine eğildim.

"senin ödevin falan yok mu? çıktığında yarım saat içinde burada oluyorsun." kaşlarını kaldırdı ve o da düşünmeye başladı. neyi düşünüyordu bilmiyorum ama gözleri kısılmıştı. sanırım sorgulamamı sorguluyordu.  gülümsemesini ikiye katladı ve omuzlarını silkti. bazen korkutucu biri de olabiliyordu. 

yüzüme çok yakın olan gözlerinde ışık vardı. bu alkolden olabilirdi yada başka bir şeyden. jeonginin değişik bir çocuk olduğunu söylemiştim. ve sadece alkol bağımlısı bir ergen değildi. 

işime dönüp müşterilerle ilgilendim ve mekanın yavaş yavaş boşalmasıyla rahatladım. hem girmem gereken bir sınav varken burası hayli zorlayıcı oluyordu. chan kapıda belirdiğinde gözleri kapanmak üzereydi. "ben gidiyorum." kafamı salladım ve arkasını dönüp yamuk adımlarıyla duvara çarpa çarpa gidişini izledim.

masanın üzerindeki bardakları tezgahın altına iteledim ve "gitsene artık." sinirle homurdandığımda kafasını uzattığı kolunun üzerine koymuş, kendi kendine bir şeyler mırıldanan jeongine döndüm. kafasını kaldırdı ve bu sefer çenesini koydu kolunun üzerine. "gitmek istemiyorum." gözlerimi devirerek yanına doğru yürüdüm ve kolundan tutup oturduğu yerden kaldırmaya çalıştım onu. 

"gitmelisin ben de gideceğim hadi ama." yüksek sesle konuştuğumda kafasını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. gülümseyerek. aslında gülümsemese her şey daha kolay olurdu. oturduğu sandalyeyi yere devirerek zorlukla ayağa kalktı ve iki eliyle benim tek bir koluma tutundu.

onu düşmemesi için belinden kavradım ve çıkış kapısına doğru yürüttüm, mızmızlanıp duruyordu. ona sessiz olmasını söyledim ve evine doğru yürümeye başladık. bu salağı uzun zamandır tanıyordum ve eve tek gitmesine izin verirsem başına gelmedik şey kalmıyordu. en sonunda binanın önüne geldiğimizde kolumu bıraktı ve yüzüme baktı, kendine gelmiş olmalıydı.

"sadece... anlamıyorsun." ne demek istediğini anlamamıştım. sorgulamadım. söylediği şeylerin genelde pek anlamı olmazdı ve umursamazdım. şuan yaptığım gibi. evine girdiğini görmem gerekti. endişelenirdim. cebinden anahtarı çıkarttı ve deliğe sokmaya çalıştı ama pek başarılı olmamış gibiydi. yanına ilerledim ve ona bakmadan yerdeki anahtarı yerden alıp olması gereken şekilde kapıyı açtım.

"gelsene." ne? bomboş yüzüne baktım. bir kaç kere gözlerimi kırptım ve 'ne dedin?' anlamlı bakışlar atmaya başladım. o ise gülümseyerek yüzüme bakmaya devam etti ve devam etti.

 "anahtarını barda unuttun ve barın anahtarını da orada unuttun. yeji evde değil, muhtemelen şuan chaeryeong ile öpüşüyordur. chan hyungun evi ise çok uzakta ve dışarısı çok soğuk." söylediği şeyler ile montumun cebini yokladım. anahtarlarım yoktu. sinirle kafamı kaldırdığında ona neden unuttuğumu söylemediğini soracaktım ki o cevap verdi. "çünkü söylemek istemedim." jeongin korkutucu ve garip bir çocuk olabilirdi ama bu ona güvenmediğim anlamına gelmiyordu. ona güveniyordum. ağzımı açmadan koluyla tuttuğu kapıdan içeri girdim ve kıkırdadığını duydum. 

evi normal bir evdi işte. ailesinden her hangi biriyle yaşadığını düşünmüyordum. ne yapacağımı bilemeyerekten koltuklardan birine oturdum ve kapıya döndüm. gülümseyerek bana bakıyordu. "jeongin gülümseyip durma, sinirimi bozuyorsun." daha çok gülümsedi. aptal.

"evet, gecenin bir saati evinde ne yapacağız?" kaşlarını kaldırdı ve bu sefer gülmedi, sırıttı. ima ettiği şeyle gözlerimi devirdim ve mırıldandım. "beni evine attığını biliyordum tilki adam." 

"aynen, üzerine atlayacağım şimdi." derken mutfağa yürüyordu. tek başıma kalmak biraz korkutucu olduğu için hızlıca yanına gittim, dolabı sadece içkilerle ve konservelerle doluydu. neden bara geliyordu ki? 

"ne içsek ki?" bu çocuk sadece bir şeyler içmek için yaşıyordu sanırım. çok sağlıksızdı. gereğinden fazla zayıftı bir kere, yüzü her gün daha da küçülüyordu sanki. kişilik olarak da zayıf biriydi. kendi kendine yetemiyordu. "bir şeyler mi içeceğiz?" tereddütle bakışlarımı ona çevirdim ve doğrudan bana bakan gözleriyle karşılaştım. 

bir kaç saniye düşündü. "başka ne yapılıyor ki?" aptallığına güldüm. sanırım jeongine aptal demekten asla vazgeçmeyecektim. aptaldı işte. hayatını mahvediyordu biz de izliyorduk. bir de hayatı var mıydı emin değilim.

-

of deniyorum bir şeyler işte.

absent, hyuninWhere stories live. Discover now