üç

19 3 24
                                    

yang jeongin

sabah gözlerimi mutfağımda, masanın yanındaki duvarın önünde açtım. soğuktu. altımda eşofmanım vardı ama üzerimde hiç bir şey yoktu ve sanırım donuyordum. hızlıca yerdeki kazağımı aldım ve üzerime geçirdim. biraz iyi gelmişti.

etrafı süzmeye başladığımda yerdeki kırık cam parçalarını, boş şişeleri yada yere dökülmüş bazı sıvıları gördüm. telaşla ayağa kalktım ve kafamı kaldırıp saate baktım. saat okuldan çıkmam gereken saatti. hyunjin beni neden uyandırmamıştı ve neden burada değildi? ayılabilmiş miydi? içeride olmalıydı.

"hyunjin!" gözlerimi kapıdan dışarıya değdirirken adını bağırıyordum. sinirle doğruldum ve koridorda yürümeye başladım. tuvalete, banyoya ya da odama. her yere baktım. nereye kaybolmuştu? gitmiş miydi? gitmemiş olmasını istiyordum. eğer gittiyse kendimi kötü hissederdim. yani olduğumdan daha kötü hissederdim.

gittiğini tamamen anladığımda kabullenmiş bir şekilde oturma odasına girdim ve hyunjinin gitmeden önce oturduğu koltuğa oturdum. cebimden çıkardığım paketten bir sigara aldım ve ucunu ateşledim. okula gidemediğim için huzursuzdum. sigarayı yavaşça içime çektim ve yüzümü buruşturdum. gitmişti bir kere ve yapabileceğim bir şey yoktu artık.

aniden kapım çalındığında hızlıca ayaklandım. belki de hyunjin geri dönmüştü. kapının deliğinden baktım, hayır o değildi. en yakın iki arkadaşım gelmişti. her neyse bu iyi olmuştu, belki evimi onlara toplatabilirdim. yoksa çekilecek dert değillerdi.

kapıyı açtığımda birbirlerine sarılmış titriyorlardı. soojin neden bu soğukta etek giymişti bilmiyordum ama çok aptalcaydı. neredeyse kar yağacaktı. "çekilsene." jisungu itekleyip hızlıca evime dalan soojin omzuma çarpıp mutfağa doğru ilerlemişti.

jisung da selam verip içeriye girdiğinde soojinin yüksek sesli söylenmeleri kulağımı dolduruyordu. durmadan konuşuyordu: buranın hali ne jeongin?, şişe de kırmazsın hani jeongin, 'kusacağım ne kokuyor burası jeongin? gibi şeyleri tekrarlayıp duruyordu ve yerdeki camları topluyordu. bunun için ona minnettardım çünkü nedensizce ayağa kalkamayacak kadar yorgundum.

yapmam gereken şey için odama girdim ve üzerimi değiştirmeye karar verdim. ağır bir şey kokuyordum. midemi bulandırsa da ben her zaman içki kokuyordum. sanırım hayatımda hiç güzel kokmamıştım. küçükken de böyle kokardım. hızlıca üzerimdekileri çekip çıkarttım ardından dolabımdan elime geçen ilk pantolonu ve kazağı üzerime geçirdim.

"ben gidiyorum." ikisi de her hangi bir tepki vermediğinde ben çoktan kapıyı kapatmıştım. beyaz olan -aslında olmayan- ayakkabılarımı iplerini bağlamadan ayağıma geçirdim ve merdivenlerden gülümseyerek inmeye başladım.

biraz ilerledikten sonra sokağı döndüm ve oradaydı işte. chan hyung duvara yaslanmış gelen gideni izliyordu. yanına ulaştığımda bana selam verdi ve nasıl olduğumu sordu. kısa bir konuşmadan sonra kimlik falan istemeden beni içeriye aldığında gözlerim her zaman ki gibi ilk olarak onu buldu.

her zaman yaptığım gibi yanına gittim ama bu sefer beni fark etmedi, yada fark etmemiş gibi davrandı. bir şey mi olmuştu  gittikten sonra? yine her zaman yaptığım gibi kollarımı tezgahın üzerine bıraktım. bir kaç dakikanın sonunda arkasını döndüğünde beni gördü ve dudakları aralandı. dün gece öptüğüm dudaklarını yani. tam olarak her şeyi hatırlayamasam da bir şeyleri kesinlikle hatırlıyordum. o da hatırlıyor muydu? hatırlamalıydı.

"jeongin?" ismim ağzından soru gibi çıkmıştı nedense. nedeni anlayamadım ama çok da dikkate almadım. "hyung?" aynı şekilde mırıldandığımda gözlerini bir kaç kere kırpıştırdı ve tezgahının etrafında dolanarak yanıma geldi ve bana dönerek konuştu. "neden geldin?" açıkçası böyle bir şey beklemiyordum ama tepki vermedim. belki gözlerimde bir şeyler değişmiş olabilirdi ama buna dikkat etmeyeceğini biliyordum.

"başına bir şey geldiğini falan düşündüm." hayır bunu düşünmemiştim. hyunjinin başına bir şey geleceğini sanmıyordum. yıllardır çöplük gibi yerlerde çalışıyordu, kendini en iyi şekilde koruyabilirdi. devam ettim, "çünkü sabah haber bile vermeden gitmişsin." içimden kızgın olduğumu anlamıştır umarım diye geçirdikten sonra sonunda bana cevap verdi. "iyiyim." kolumdaki eli gevşemişti. bu kadar mıydı? iyiyim? ben değildim.

gülümsememi silmedim ama azalttım. "neden gittin?" yüzündeki şaşkınlıktı sanırım. bakışlarında bir şeyler değişti ama çözemedim. dudaklarını önce yaladı sonra konuşmak için araladı. "jeongin. neden gitmeyeyim ki?" dalga mı geçiyordu. sadece gideceğini söylese ve gitse sorun değildi. haber vermeden gitmesi ve beni kötü hissettirmesi sorundu.

gülümsememi yok ettim. bunu onun karşısında ilk kez yapıyordum, buna alışık değildi ve yadırgamıştı. yüzünden okunuyordu. gözleri tek çizgi olan dudaklarıma kaydı ve sanırım sonunda bir şeylerin yanlış gittiğinin farkına vardı.

"çünkü benimle sarhoş olduğun gecenin sabahında beni çıplak bir şekilde bırakıp gittin ve kendimi bok gibi hissetmeme neden oldun." kolumu bıraktı ve bir kaç adım geriledi. ben ise ona hala aynı şekilde bakıyordum. kaşlarını kaldırdı ve belki de dünyanın en aptalca şeyini söyledi.

"senin hatandı."

***

hyunjin. 

yapma<3

 teşekkürler.

absent, hyuninWhere stories live. Discover now