23. Bölüm - Kendini Tanır Ağrı

698 100 60
                                    


O güzel gözler doldu, yaş ile

Ağlar benim gelişimle

Yüreğimdeki bu acı

Yare yara oldum diye

-Bu hikayedeki herhangi bir aşığın defterinden

---

Zhan şaşkınlık içinde ona baktı. "Ne?" Yibo'nun dudakları tek çizgi halini almış, kaşları kararlılıkla çatılmıştı. Zhan tereddüt içinde,"Neden? Bu senin atın değil mi?" diye sordu sonra.

Yibo sessizce hemen yan tarafta bulunan kısmın kapısını açtı. İçeri girdi, bir süre sonra Zhan'ın az önce gördüğü attan daha yaşlı, fakat en az onun kadar güzel beyaz bir kısrakla dışarı çıktı. "Babamın atıydı," diye açıkladı. Uzun parmakları şefkatle hayvanın gövdesinde dolaşıyordu.

Zhan anladı. Onun bakışlarındaki özlemi ağrı içinde izledi.

"Bora Alaz," diye devam etti Yibo. "Babam adını Bora koymuş. Alaz'ı savaştan sonra ben koydum." Eli, kısrağın güzel gövdesini gölgeleyen eski bir yanık izinin etrafında dolaştı. Zhan, bahsettiği savaşın babasının son savaşı olduğunu sormasa da anladı. Iraz'la Çin'in savaşı. Senelerdir içlerinde hala süren o savaş. "Savaştan sonra kendisi geldi Iraz'a." Durdu. "Bora fırtına demek, Alaz ateş."

Ateşlerin içinden geldiği için mi koymuştu bu adı, yoksa içine düşen ateşi unutmamak için mi, bilmiyordu.

Bir diğer elinde tuttuğu yuları yavaşça bırakıp Zhan'ın önünde durduğu kapıyı açtı. İçeride hafifçe huysuzlanan ata ağır adımlarla yaklaştı, uzun parmakları atın boynunu okşadı. Zhan onların selamlaştığını, neredeyse sarıldıklarını hissetti. Yibo, "Yula," diye tanıttı, atı Zhan'a doğru ilerletirken. Bora onlara doğru yaklaştı, başını Yula'nın boynuna sürttü. "Bora'nın yavrusu. Rüya ruhu ve düş demek."

Yula Yibo'nun atıydı, evet. Fakat onlar sahip ve binekten çok, arkadaş gibilerdi. Yibo Yula'yla büyümüş, onu büyütmüştü. Gençliğini onun üzerinde geçirmiş, çocukluğunda ise bazı zamanlar, büyüklerinin anlattıklarına göre, onun yanında uyumak için, hatta Yula gibi ayakta uyumak için ağlamıştı.

Çok küçükken atıyla ilgili hayaller kurardı. Bir gün babası yaşlanacaktı, kağanlığı ona devredecekti ve Yibo gördüğü tüm hükümdarların kısraklarından daha güzel olan Yula'yla dünyaya hükmedecekti. Babası da atı Bora'yla istediği kadar gezebilir, dere kenarlarında dolaşabilirdi. Birlikte ava çıkarlardı belki. Yula ve Bora ile babası ve o; evlat, ata, gezerlerdi.

Öyle olmadı. Babası ve Bora bir gün gitti ve döndüğünde Bora tek başınaydı. Kanlar bembeyaz bedenini kırmızıya bulamıştı. Acı içindeydi, ölmek üzereydi fakat yine de şifacının ona dokunmasına izin vermiyor, kimsenin kendisine yaklaşmasına fırsat tanımıyordu: Yibo hariç. Sadece Yibo ona yaklaşabilmiş, o günlerin ardından sadece Yibo Bora'yı sürebilmişti.

Geldiği gün Bora'ya karşı haksız bir kızgınlık duymuştu. Babası öldüyse, o niye hayattaydı? Bora çok güçlü bir attı, iyi eğitilmişti. Neden, nasıl babasını koruyamamıştı? İçten içe bir ata kızmanın saçma olduğunu biliyor, fakat buna engel olamıyordu.

Şifacı, çadırının kapısına gelip dert yandığında atı azarlamaya hazır halde haraya gitmişti. Hırçınlığı artmış ve yarası gittikçe kötüleşmiş Bora'nın gözlerinin içine bakmıştı. Ve o an anlamıştı: Sadece Yibo değil, Bora da yalnız kalmıştı. İkisi için de artık babaları yoktu. Haikuan annesinin ölüm haberinin ardından yok olmuştu, bir haftadır ortalarda değildi. Belki o da ölmüştü, bilmiyordu. Bir zamanlar kendisine çok uzak bir kavram olan ölüm artık korkunç ama tanıdık, yakın bir duygu haline gelmişti. Gözünün önünden bir an olsun uzaklaşan herkesi ölüme göndermiş gibi korkuyordu ve yalnızlığını kabul ediyordu. Bütün bunları fark ettiği an gözyaşları içinde Bora'nın boynuna sarılmış, yarasına bakarken sabaha kadar ağlamıştı. Bora'nın da ağladığını hissediyor, biliyordu.

CasusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin