Soğuk olan kapı kulpunu ses çıkarmamaya özen gösterek açtım. Koridorda kaygan zemin ve loş ışık hâkimdi. Tek amacım ayağımda ki terliklerle sessizce alt kata inmekti.
Adımlarımı hızlı tutmaya özen gösteriyordum, odadan çıkmak bile şu an ki ruh halimi kat be kat pozitif etkilemişti. Derin nefesler alarak adımlarımı hızlandırdım. Bir yanım sakin olup yüzleşmem gerektiğini söylerken; diğer yanım ise, odaya tekrar dönmemi, aksi takdirde hayatım boyunca çektiğim acıların iki katını çekeceğimi söylüyordu. Beynimde o kadar yoğun düşünceler vardı ki, iyi hissetmeyi bırak, nefes dahi alamaz duruma geliyordum.
Az olan merdivenleri daha öncesine kıyasla çok daha yavaş adımlarla aştım. İstediğim oda koridorun sonundan üçüncü olan odaydı.
Öğle saatlerinde odayı bulmalı için keşfe çıktığımda öğrenmiştim. Aslında bugün çok fazla şey öğrenmiştim. Çok ve çok fazla. Olgun, hayatı seven bir insanın, dünyanın yüzüne hiç acımadan tüm acımasızlığıyla çarpıtarak gösterdiği gerçekleri öğrendiğinde bile eminim ki; o da benim kadar aciz, savunmasız, tüm beden ve ruhuyla yıkık olacaktır, tükenmiş hissedecekti. Ve hayata en az benim kadar nefret dolu gözlerle bakıp, yine aynı nefretle nefes almak işkence gibi gelecekti. Tıpkı şu an hissettiğim gibi.
Aslında şimdiye kadar hiç bir hemşire veya nöbetçi doktora rastlamamam büyük bir şans örneğiydi. Odaya yaklaşıktıkça heyecanımı gizleyemiyordum. Sanki buraya ilk geldiğim günlere geri dönmüştük, o kadar çok titriyordum ki; başka bir yerde olsam yarattığım depremimsi şeyden dolayı tüm insanlar ölürdü veya helâk olarak hayatlarına devam edermek zorunda kalırlardı.
Kapının önünde dikiliyordum ve her an hemşireler gelip kaçma girişiminde -Aslında öyle bir şey yok, alt tarafı gecenin üçünde alt kata inmiştim.- bulunduğum için çok telafisi olmayan ağır iğneler vuracaklardı. Bu iğne hem altı veya yedi gün uyumamı sağlarken hemde vurulduğunda çok samimi bir acı hissetmeyi sağlıyordu. Uyandığındaysa sadece hiçlik sarmalıyordu bütün bedenini. Hissetmek istediğin kadar ve hissedemeyeceğin kadar.
İçindi ufak bir cesaret arıyordum, kapıyı açmamı ve onu görmeyi sağlayabilen.
Korku, endişe, hiçlik, saf bir nefret ve itiraf edemeyeceğim duygular hissediyordum.
Evet, hemşirelere yakalanmaktan, o iğnenin vurulmasından korkuyordum. Yeterince vurulmuştum bence o iğneleri.
Aniden içimde alevlenen cesaretle kapının kulpunu indirdim. Oda zifiri karanlıktı. Gözlerimi karanlığa alıştırmak amacıyla bir kaç kez kapayıp açtım. Görüş alanım yavaş yavaş açılıyordu, bundan cesaret alarak odaya girip kapıyı kapattım.
Karanlıkta karşımda belirmişti birden. Onca zaman sonra karşımdaydı işte. Beni Akıl Hastanesi'ne yatırımlarına sebep olan adam, karşımda duruyordu. Üstelik, odamın bir alt katındaydı odası. Heyecanlanmıştım. Neredeyse onu görmeyeli 1 sene olacaktı.
Koskoca 1 sene! Onun bende yarattığı zihinsel acıları hissetmeyeli 1 sene. Sanırım gerçekten onu...özlemiştim. Mazoşist olmayışıma rağmen bende yarattığı kaosu özlemiştim.
Sadece onu hissetmeyi özlemiştim. Bana hissettirdiği sadece acıda olsa...
Yine simsiyah saçları karanlığa rağmen 'ben burdayım!' diyerek parlıyordu. Yeşil gözlerini sadece gözlerime dikmişti. Sanki şimdiye kadar gözlerimi görmeyişinin referansını yapıyordu.
Bir an nefret sargılayıverdi bütün bedenimi. Kötü, oldukça kötü, hatıralar bir bir uçuştu beynime, sarıp sarmaladı bedenimi ve kaşlarım çatılıp şu an -geçici olsada- hissettiğim nefreti dışa vurup ona göstermek adına baktım gözlerine. Nefretle... "Senin burda ne işin var?" diyerek öfke ve nefretimi havaya karıştırdım.
Gözlerime bakıyordu. Sadece gözlerime. Sanki bakacağı başka her bir organ başına ceza alıp acı çekerek ölümüne sebep vereceklermiş gibi. Ona ilgili olduğuma her zaman biliyordu. Her zaman ona bir şeyler hissettiğimi... Kötüsü buydu ya. Biliyordu. Yıkılacağımı, darmaduman olup yine ona sığınacağımı bilmesine rağmen, beni canlı canlı öldürmekten çekinmemişti. Acımtış be acımıştı kalbim. Paramparça olmuştu.
Bana yaptıkları tekrar aklıma geldi.
Kalbim, onu karşımda görmekle bölündü, atmayı bıraktı, öldü.
Kalbim, bölündü.
Kalbim, atmayı bıraktı.
Kalbim...öldü.
Ve son olarak hiç acımadan, tüm 'ben güçlüyüm' lüğüyle kalbimi gömdü.
Olanlara istemden histerik bir kahkaha attım. Ben güçlüydüm. Kalbim ölse, atmayı bıraksa bile ben güçlüydüm.
Öyleydi değil mi?
Kalbi olmayan kadınlarda güçlü olabilirdi, güç gösterisi yapabilirdi. "Ne ironi ama!" diye fısıldadım yüzüne doğru. Kollarımı birleştirip bir adım daha yaklaştım. "Senin yüzünden burdayım ve...sende tam karşımda benim kadar aciz bir şekilde ayakta dikiliyorsun."
İçim belkide kan ağlarken dışımdan yine umursamaz bendim.
"Irmak..."
İsmimi onun ağızından duymak. Bu anlatılması zor ve hissedince bir daha tatmak istediğin duyguydu. "Neden buradasın?" Hissiz davranmam gerekiyordu. Onu unuttuğuma inanması gerekiyordu. Tekrar eskiye yönelik olaylar yaşamaması için, umursamaz olmam gerekiyordu.
'Belkide...bu yaptıklarının hepsi bir oyundur.' diye geçirdim aklımdan. Ne kadar iyi veya kötü olduğumu görmeye gelmişti ve sonraki adımlarını ona göre atacaktı.
"Benim seni delirttiğim gibi benide delirttiler Irmak. Senin acının oldukça ağırını yaşadım ben."
Sesindeki acizlik ve dehşet gözlerinde yansımıştı, beni âdeta bir an ortaya çıkan etkisini en ağır şekilde gösteren kara deliğe doğru çekiyordu gözleri. O kadar umutsuz vakaydım ki, çırpınışlarımın hiç bir yararı olmayacağını kara deliğin ilk kendisini gösterdiği anda anlamıştım, görmüştüm.
Ben her zaman o en olmadık yerlerde şanssızlığı etkisini gösteren umutsuz vakaydım. Benim yaşamam dahî şanssızlığı benim tarafıma çekiyordu. Kendimi belkide şu an iki şekilde ifade edebilirdim. Umutsuz ve şanssız.
Arkamı döndüm ve soğukluğuna neredeyse yarım saat önce alıştığım kapı kulpunu tuttum. Tunç'a sırtım dönüktü. Şu andan itibaren onla göz göze gelmeyi katı bir dille reddediyordum. Gözlerim kapı kulpundaydı. "Belkide haketmişsindir. Belkide...benim yaşadıklarımın çok azını yaşamışsındır. Olaylara yüzeysel bakmamayı senden öğrendim. Seninde dediğin gibi 'İrdelememek aptalların işidir."
Odanın kulpunu hızla fakat ses çıkarmamaya özen göstererek bedenimi oksijen yığınıyla özgürlüğüne kavuşturdum.
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzünü Karartanlar
Short StoryBu hastaneye gelmeden önce bir kitap okumuştum, şöyle diyordu 'Geçmiş iyi bir şey olsaydı geçmezdi.' Gerçekten öyle miydi bilemiyordum. Eski anıların olurdu dostuna anlatabileceğin, anlatırken yüzünde hafif tebessüm olabilecek. Anlatırdın. Gülerdin...