yabancı yuvalar

40 5 7
                                    

Hafif kapalı bir hava, anlaşılmayan insanların sesleri, rahatsız edici derecede ışıklarla dolu bir cadde, durmak bilmeyen gözler, kesik nefesler...

Taehyung kendinde değildi. Kimseye normal bakamıyordu artık. Her yanından geçen kişinin ruh eşi olabilme ihtimalini düşünüyor, kime bakamadan kaybetse kafayı yiyordu. Birkaç gün önce hissettiği vücudundaki keskin acılar onu bu hâle getirmişti. Her kimse elinden tutup onu kurtarmak istiyordu. Kendi hissettikleri önemli değildi, sadece ona ihtiyacı vardı. Kalabalıklaşan sokakta Taehyung başının döndüğünü hissettiğinde kendini gördüğü ilk kafeye attı. Kim bilirdi, belki de kalbi onu oraya yönlendirmişti.

Yavaş adımlarla sıraya geçti ve nefesini düzenlemeye çalıştı esmer genç. Biraz tek başına zaman geçirmenin düşüncelerini yatıştıracağını umuyordu. Kısa bir sürede sıra ona gelmişti bile. Taehyung kasanın önündeki çikolatalara daldığından bunu fark edememişti ama tatlı bir ses onu geri getirmişti kendine. Yumuşak, şeker gibiydi. Melodik. Belki de en uygun tanımı buydu. Melodik. Kafasını kaldırdığında genç olduğu yüz hatlarından belli biriyle karşılaştı. Sarı saçlarının ses tonuna ne kadar uyduğunu düşündü bir anda. "Efendim, ne istersiniz?" Tekrar duydu aynı melodiyi. Düşünmemişti ne istediğini ama gözlerine bakarken ne dediği de umrunda değildi. "Filtre kahve lütfen."

Kahvesi için beklerken gözleri saniye olsun ayrılmıyordu sarışın gençten. İçinde anlamlandıramadığı bir his vardı. Bir tanıdıklık. Bir yakınlık. Sakinleştirmişti çırpınan kalbini. Gözleri acele etmeksizin genci turlarken bir yerde takılı kaldı. Bileğinde. Calico kedisinde. Kendi calico kedisinde. Olabilir miydi? Sarışın melek o muydu? Tesadüf olamazdı. Tesadüf olmasını istemiyordu. En son ihtiyacı olan şeydi bu. Genç elinde kahvesiyle ona döndüğünde karşısındakinin bakışlarının yoğunluğu şaşırtmıştı onu. Cevaba ihtiyaç duyan bir sorusu varmış ama ağzını açarsa her an kırılacakmış gibiydi. Çekinerek kahvesini uzattığında bileğinde bir baskı hissetti. Bileğini çevrelemiş parmaklara baktı, sonra da aynı elin bileğine. Calico kedisine.

Sinirli müşterilerin olduğu kuyruk, etrafta koşturan garsonlar, arkaplandaki enstrümental müzik, türlü kahve kokuları, iki çift kaybolmuş göz, tutulmuş nefesler, yan yana duran iki calico kedisi...

İkisi de konuşmamaya yeminliymiş gibi sadece birbirlerine bakıyorlardı. Birbirlerini bulmuşlar mıydı? Bu bir tesadüf müydü? Yoksa kalpleri birbirlerini mi bulmuştu? Taehyung içinde büyük bir savaş veriyordu. Konuşmak zorundaydı. Bunu ona bırakamazdı. Ne kadar korktuğunu tahmin bile edemiyordu. Yardımcı olmak, korumak istediği ruhu karşısındaydı. Neden yapamıyordu? Titrek elini kendine kıyasla küçük diğer elin üstüne koydu ve elinden geldiğince sıcaklığını göstermeye çalıştı. "Vardiyan bitene kadar buradayım. Lütfen yanıma gel."

O saatler ikisi için de geçmek bilmemişti. Jimin için belki de hayatının en uzun çalışma günüydü. Kendisini asla işine verememişti. 2 kahveyi dökmüştü ve umuyordu ki bunları maaşından kesmezlerdi. Ama korktuğu başka bir şey daha vardı. Onunla yüzleşmek. Jimin doğum gününden beri onun hakkında asla düşünmemişti. Daha doğrusu düşünememişti. Hayatında yeteri kadar uğraşması gereken şey vardı ve bu yeniliğe henüz alışamamıştı. Fakat yüzüne çarpan bu gerçek ile tek hissettiği korku olmuştu. Korkuyordu. Biri onun izni olmadan zayıflıklarını görmüştü. Özel alanına atılmış bir bomba ve bunu kabullenmesini beklediler. Her zaman böyle gelişmişti olaylar Jimin için. Başına gelen her şey kendi isteği dışındaydı. Hiçbir zaman babasından nefret etmeyi seçmemişti, annesinin terk etmesini, bu işi, yalnız bir yaşamı, yaşadığı evi, ruh eşini.

Yanına uğramadan işini bitirip evine dönmeyi planlamıştı. Bu yabancının onun için cevaplaması imkansız soruları olduğunun farkındaydı, Kahve gözleri bir saniye olsun onu bırakmamıştı. Bu onu daha da korkutuyordu. Havanın kararmasıyla masalar düzenlendi, önlükler çıkarıldı ve vedalar havada uçuştu. Taehyung hâlâ bekliyordu. Jimin'in gözleri onunla kapı arasında mekik dokudu bir süre. Yapamazdı. Hazır değildi. İstemiyordu. Evet bu daha uygun bir kelimeydi onun için. Bu yabancıyı istemiyordu. Daha da düşünmeden kapıya yöneldi ve hızlı bir şekilde kafeyi terk etti Jimin. Arkasında bıraktığı esmerin telaşlı bakışları umrunda olmamıştı. Fakat Jimin'in hayatı söz konusu olduğunda, şans hiçbir zaman ondan yana değildi.

Öğlen bileğine sarılan parmaklar yine aynı yerden bu sefer daha sıkı bir şekilde yakalamıştı onu. Kendini tutmaya çalışıyordu. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi ama bu tamamen endişedendi. Arkasına dönmedi. Fazla zayıftı bunun için. Gözleri yanmaya başlarken sadece karşısındaki boş sokağa baktı. "Neden gelmedin yanıma? Seni bekledim ben. Seni bekledim. 6 saat değil. 2 yıl seni bekledim." Sesi öylesine kırılgan geliyordu ki Jimin bir kez daha nefret etti kendinden. Ona verdiği tek şey yara olmuştu. Gözyaşları narince süzülürken esmere döndü. "Beklemene değmedim, biliyorum. Yaralarımı taşımak zorunda olduğun için de özür dilerim. Gitsem iyi olacak." Taehyung dayanamıyordu yüreğindeki katlanılmaz acıya. Ama karar da veremiyordu bu acı onun muydu yoksa karşısındaki gencin mi? Kollarını Jimin'in boynuna dolayıp titrek bir nefes verdi havaya. Çünkü içinden bir ses onun sözlerine güvenmemesi gerektiğini fısıldıyordu. "Ben varım artık. Yanındayım. Tek başına üstlenmek zorunda değilsin. Bana verilen bir lütufsun sen. Değmediğini düşünme sakın. Seni gördüğüm an ruh eşim olduğunu bilmesem bile kalbim tanıdı seni."

Jimin için bu sözler yeter de artardı. Hayatında bir kez bile değer görmemiş bir insansanız birinin size söylediği en küçük güzel cümlesi derinden etkilerdi. Ona güvenmek istedi. Güvenebileceğini hissediyordu. Bir yabancı en fazla bu kadar tanıdık hissettirebilirdi. Vanilya kokusu ve yumuşak kahve saçları ile sakinleştiğini fark etti Jimin. Şimdiden hayatını güzelleştirmişti bu yabancı. Sokağın ışıkları bir bir kapanırken gecenin şahit olduğu son manzara iki ruhun bağlanması olmuştu.

bağlanmış ruhlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin