Uyandım.
Kıyafetlerimi giyindim ve beni alması için servis aracını beklemeye koyuldum.
Servis geldi, otele vardık.
İşe koyuldum.
Sadece 4 cümle, bu saydığım cümleleri bugün yaşamamış olmak için sahip olduğum her şeyi feda edebilirdim.
Şuan personel odasında gözlerimi yeni yeni açmış, yaşadığım şoku hala atlatamamıştım. Görev arkadaşlarımdan bazıları başıma toplanmış bana nasıl olduğumu soruyorlardı.
İyi değildim. Bu saatten sonra da bir daha iyi olmanın yakınından bile geçemezdim.
2 saat önce.
"Aren, sen bir şeyler ye benim yerime geç. Ben de birazdan çıkarım. Görüşürüz canım." Dönüşümlü çalıştığımız Alptekin'i onayladıktan sonra bir şeyler yemek için otelin personele özel ayırdığı yere geçtim. Çok erken işe gelmem gerektiği için kahvaltıyı hep burada yapardım. Mutfakta komilik yapan Tuğrul bana hep eşlik ederdi. Onla arkadaş sayılırdık, soğuk tavrıma rağmen her zaman benimle konuşmaya çalışır ve eninde sonunda beni güldürecek bir şey bulurdu. Bana olan ilgisinin farkındaydım fakat ne yazık ki onun hislerinin karşılığı bende yoktu. Olamazdı da.
Tabağıma kahvaltılıklardan biraz doldurup onun yanına ilerledim. O benden önce gelmişti, ne kadar istemesem de gitmeseydim kabalık olurdu.
"Günaydın Tuğrul, oturabilir miyim?" Başını salladı ve ağzındaki sosisli ekmek parçasını hızlıca çiğnedi.
"Oturabilirsin tabii ki, lafı mı olur. Nasılsın bugün, her şey yolunda mı?" Sözlerinde çok samimiydi ve öylesine değil de gerçekten merak ettiği için soruyordu. "Yolunda Tuğrul, merak etme. Sen nasılsın?"
Yüzü biraz sıkıntılı duruyordu, ne zamandan beri böyleydi? İlk defa bu kadar dağılmış duruyordu ya da ben ilk defa onu fark ediyordum.
"İyi olmaya çalışıyorum işte, her zaman olan şeyler."
"Yapabileceğim bir şey var mı senin için?" Belki de yıllar sonra ilk defa bu kadar içten bir soru sormuştum.
"Kimsenin yapabileceği bir şey yok, ama sen dert etme. Ayrıca çok şaşırtıyorsun beni, bugün iyi tarafından kalktın sanırım?" Yalancı bir şaşkınlıkla gözlerini büyütmüştü. "Yok hayır, kötü görünüyorsun sadece. Kayıtsız kalamadım."
Derin bir nefes çekti içine. "Kardeşim, kanser. Son evre, bir mucize olmadığı sürece yaşayabileceği yalnızca birkaç hafta var." Duyduklarım şaşırtmıştı ve derinden üzmüştü beni. Tuğrul gibi neşe dolu birinin içten içe böyle sorunlarla boğuştuğunu öğrenmek şaşırtıcıydı. Demek ki Tuğrul, acılarıyla baş etme konusunda benden daha başarılıydı.
"Son zamanlarını onunla geçirmen gerekmez mi? Neden hala çalışıyorsun?" Gözleri dolmuştu. "Onun yanında kalmaya dayanamıyorum. Konuşmuyor, gülmüyor, ağlamıyor. Onlarca iğne, serum vuruyorlar ona. Sürekli kusuyor, gücüm kalmadı artık onu öyle görmeye. Sürekli ağlıyorum onun yanındayken, o da üzülüyor. Onu üzmek istemiyorum, ölmeden önce aklında onunla olan güzel anılarımızın kalmasını istediğini söyledi. Beni ağlarken görmektense hiç görmemeyi tercih edermiş. Ara ara gidiyorum ziyaretine ama uzaktan bakıyorum işte. Çok zor, çok." Gözlerimi acıyla yumdum, baş ettiği şey fazla acı vericiydi.
"Ben ne demem gerektiğini bilmiyorum, çok geçmiş olsun. Konuşmak için birine ihtiyaç duyarsan bana gelebilirsin. Ne zaman istersen." Başını salladı ve sahici bir tebessüm kondurdu yüzüne.
"Konuşmaya gerek yok, ben seninle susmaya da varım. Sen yanımda olduğunda tüm acılarım kuş olup bünyemden uçuyor sanki." Zaman zaman böyle şeyler söylüyordu bana ve ne yapacağımı kestiremiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Yara Bir Gülüş
Teen Fiction"Geçmişini değiştiremezsin, değiştiremeyeceksin." "Ne yapacağım peki, nasıl geçecek bu?" "Cevabı çok kolay aslında, seveceksin." "Kimi?" "Kimseyi, geçmişini seveceksin. Sana hissettirdiği acıları seveceksin. Sana bıraktığı her yara için kocaman bir...