2 . 6

805 93 57
                                    


𓆤 —

jay'in ağzından

kol saatimden ders ziline ne kadar kaldığına baktım, on beş dakikadır kantin masasında oturuyorduk ve zilin çalmasına yaklaşık beş dakika kalmıştı. heeseung'a lavaboya gideceğim hakkında bir şeyler fısıldayıp masadan kalkmıştım. sunghoon'un arkamdan seslenmesini ya da heeseung'a ne olduğuna dair sorular sormasını beklememiştim. düşündüğüm gibi de olmuştu, kantinden çıkmadan son bir defa masaya dönüp baktığımda hâlâ sunoo ile konuştuğunu, hayır, flörtleştiğini görmüştüm. adımlarımı hızlandırıp kattaki en yakın lavaboya ilerledim, gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle silip atıyordum. beni her seferinde bir başkası için arka plana atması ancak üç yılın sonunda zoruma gitmeye başlamıştı. kendimi artık kullanılmayan erkekler tuvaletine kapatmış, bir yandan sakinleşmeye çalışırken diğer yandan kirli aynada öfkeyle kendime bakıyordum.

heeseung'ın ağzından

önümde flörtleşmeyi bir saniye bile kesmeyen 'çifte' baktım, jay'in bu masadan neden kalktığını çok iyi biliyordum. peşinden gidip onun sırtını sıvazlamam belki de boşaydı o yüzden içimi rahatlatmak için en azından bir şeyler yapmalıydım. sinirliydim karşımdaki çocuğa, öfkeden ses tonumu ayarlayamadan konuştum. "gitmeyecek misin peşinden? ya da ne olduğunu sormayacak mısın?" masadakilerin, sunghoon ve sunoo, dikkati üzerimde toplanınca yutkundum. bu sefer ses tonumu kontrol edebildiğim bir şekilde konuştum. "jay, neden kalkıp gittiğini merak etmiyor musun? düşmanın mı o senin? bir kez olsun çıkar şu at gözlüklerini sunghoon. üç yıldır seni bekliyor, git ve ona bir açıklama yap." ikili yüzüme anlamsız bakışlarla bakıyordu, sunoo'nunkilerinde merak varken sunghoon'unkileri anlamak mümkün değildi, bomboş bakıyordu.

"neyin açıklamasını yapacağım, açıklama yapmalık bir şey yok." söyledikleriyle sabrım taştı, önümde duran boş, dibindeki birkaç damla kahveyi görmezden gelerek, karton bardağı buruşturarak sunghoon'a doğru fırlattım. "sen konuyu biliyorsun, lavaboya gitti." daha sonrasında odağımı başka bir yere verip masadan kalkmasını bekledim.

jay'in ağzından

yüzüme birkaç su çarpıp sınıfa çıkmayı planlamıştım, musluğu açmamla tuvaletin kapısının da açılması bir olmuştu. karşımdaki bedeni görmemle kaşlarımı çattım, kan çanağı gözlerimi saklamak için lavaboya doğru eğildim ve yüzümü yıkadım. tuvalet kullanılmadığı için peçete bulamadım, ben de ıslak yüzüme aldırış etmeden birkaç saniyedir put gibi dikilen bedenin yanında geçip gitmeyi düşündüm. ancak tam da düşündüğüm gibi olmadı, bileğimi sıkıca yakaladı ve beni durdurdu. bileğimi ondan kurtarmaya çalışsam da oldukça sıkı tutuyordu. bu yüzden çuvallamıştım. kafamı kaldırmadan, gözlerimi de kirli zeminden ayırmadan konuştum. "bırak beni." sunghoon ise kılını kıpırdatmadan duruyordu, üzerimdeki bakışlarımı hissettim ama başımı kaldırmamaya yemin etmiştim.

"konuşacağız, bırakmayacağım." sinirle güldüm, alaycı bir ifade ile ona karşılık verdim. "heeseung ne dedi sana?" heeseung'ın onunla konuştuğuna adım gibi emindim, o hiçbir zaman ters giden bir şeyler olduğunu anlayıp çözmeye çalışmazdı, onu teşvik etmek gerekirdi. "hiçbir şey demedi, kendim geldim." derin bir nefes verdim, bu sefer kolumu ondan kurtarıp başımı kaldırdım. alnımdaki su damlacıkları yüzümden akıp boynumdan aşağıya doğru uzun bir yol çiziyorlardı. "üç yıl boyunca umursamadın, şimdi mi gelip umursuyorsun?" yutkunduğuna şahitlik ettim, bir süre bir şey demedi. daha da bir şey demesini beklemeden tuvaletten ayrılmak için kapıya yöneldim. arkamdan seslenmeseydi çıkıp gitmem an meselesiydi. "söylemedin ki, nereden bileyim?" arkamı döndüm ve birkaç adım uzağımdaki bedene biraz daha yaklaştım ben ona yaklaştıkça o da benden adım adım uzaklaşıyordu. "fark etmen gerekirdi sunghoon, herkes anladı ama bir tek sen anlayamadın ve önümde başkalarıyla flörtleşmeye devam ettin."

gözlerimin dolduğu anda alt dudağımı dişledim, başımı tekrardan eğdim ve bu sefer gözyaşlarımın akıp gitmesine izin verdim. nasıl olsa şu saatten sonra kaybedeceğim bir şey yoktu. titreyen bedenimin sıcakladığını hissettim, boynuma sarılan kollar ve burnuma dolan parfüm kokusuyla sımsıkısına kapattığım gözlerimi araladım. zihnim onu itmemi söylerken bedenim asla hareket etmiyordu. öylece kaldım ve hiç konuşmadan onu dinledim. "özür dilerim, artık daha iyi anlıyorum her şeyi. yaptığım hataları bir daha yapmayacağım, bana biraz zaman ver jay. kendimi affettireceğim."

𓆤 —

broken record. | heejakeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin