Hava tamamen kararmamış olmasına rağmen sokak lambaları bir güneş edasıyla parlıyor, adeta siyahlığın içine bürünmüş olan sokağı aydınlatıyordu.
Açık olan pencereden süzülerek odaya dağılan rüzgâr yavaşça yüzüme çarptı, hafif bir sonbahar esintisini yüzümün en ücra köşesinde dahi hissetmenin verdiği gariplikle ödevime geri döndüm. Her ne kadar odamın duvarında asılı duran saat buna müsaade etmese de bir şeyler yazmıştım. Aslında bu ödevi yapmak için yaklaşık bir haftam vardı fakat sebebini bilmediğim bir şekilde yazmaya bir türlü başlayamamıştım. Yaklaşık yarım saattir yaptığım gibi düşünmeye devam ettim. Karşımda duran boş defterle uzun süre bakıştıktan sonra kafamı dağıtmak için teyzeme bakmaya gittim. Salona doğru koşarak ilerledim fakat salonun kapısına varınca koltukta kıvrılıp uyuyakalan teyzemi fark edince adımlarımı yavaşlattım. Sakince yanına yaklaştım ve elindeki kumandayı cam sehpaya bıraktım.
Yine yavaş adımlarla bu sefer teyzemin odasına doğru yürüdüm. Odasına girdiğimde dolabın kapağını açtım ve elime gelen ilk örtüyü alıp kapıyı kapatarak odadan çıktım. Hızlıca teyzemin üzerine örtüyü örttüm ve odama geri dönüp kendimi sonu belli olmayan düşüncelere serbest bıraktım. Hiçbir şey yazmayacağımı bilsem de defteri elime alarak düşünmeye devam ettim. Aslında düşündüğüm pek bir şey yoktu. Ödevim en üzüldüğümüz hatıramızı yazmak ve düşüncelerimizi kâğıda dökmekti. Aslında çoğu zaman kendimi kolay ifade eden bir kızımdır fakat iş benim yaşadıklarıma gelince insanlar pek iç açıcı şeylerle karşı karşıya kalmıyor.
O kadar zor görünmese de benim için gerçeklerle çaresizce tekrardan baş başa kalmak kolay olmayacak gibi gözüküyordu. Bu yüzden bu ödevden uzun süre kaçmış son güne kadar kendimi kandırmıştım. Ama nereye kadar tabii bir gün birisinin tüm bu yaşananların hesabını vermesi gerekiyordu. Bunu sanki hiçbir şey olmamış gibi, kalpler kırılmamış, gözyaşları tutsak olmamış gibi, kırılan, parçalan kalpler yerini mutluluğa, sevgiye vermiş gibi sürdüremezdik. Eninde sonunda bunların unutulacağı düşünülerek kalın, tozlu bir kitap olarak rafa kaldırılıyordu tüm bunlar. Elbet birisi o kitabı okumak isteyip en ücra köşeden çıkartacaktı.
Ama her şey bu kadar kolay olmuyordu, insan yaşadıklarının sebebini bilmek istiyordu, tozlu kitap aslında her zaman en öndeydi, o kitap aslında hiçbir zaman kapanmamıştı hep açıktı, sadece okuyanı yoktu... Kısa ama mantıklı bir düşünme sonucu ödevimi teslim etmemeye karar verdim. En makul olanın bu olduğunu düşünerek kendimi rahatlattım. Defterimi çantama geri koydum ve yataktan doğrulup odamın ışığını kapattım. Odamın yeterince havalanmış olduğunu düşünerek camı da kapattım. Perdeyi açık bırakarak yatağıma uzanıp yıldızları izlemeye koyuldum.
Acaba onca yıldızın arasında ışıl ışıl parlayan bir yıldız olmak nasıl hissettirirdi bana kendimi? O kadar kişinin arasında en parlak olmak nasıl olurdu acaba? İlk defa yaşadıklarımızla veya yaşayacaklarımızla değil yaptıklarımız ve yapacaklarımızla nitelendirilmek nasıl olurdu acaba?Sanki yaşayacaklarımızın tümünü biz seçiyormuşuz gibi aynı zamanda o yıldız gibi parlamamız da isteniyordu bizden. Kimse onca yıldızın arasında en parlak olmanın en zor olduğunu düşünmüyor sadece yıldızın parlıyor olmasına bakıyordu. Oysaki o yıldız belki de sadece sıradan olmayı seçmişti ama hayatın ona sundukları onu parlak olmakta zorunlu tutmuştu. Belki bende o yıldız gibi olabilirdim.
Ama bu sefer yıldız değil dört yapraklı bir yonca olurdum. İnsanlara kendini şanslı hissettirmek şanslı hissetmekten bir o kadar daha iyi olsa gerek. Tüm bunları düşünmenin beynime verdiği karmaşayla birlikte yeteri kadar yorulmuştum. Gözlerimi yavaşça yumdum ve fısıldayarak dedim ki:
Benim adım Yonca olsun insanların dört yapraklısını bulunca mutlu oldukları ama sevince de yapraklarını tek tek kopardıkları...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tek Yapraklı Yonca
Ficção AdolescenteBenim adım Yonca olsun, insanların dört yapraklısını bulunca sevindiği ama sevince de yapraklarını tek tek kopardığı...