yetmiş yedi

840 54 86
                                    

her şey bir ağustos günü başlıyor.

saat sekiz sularında küçüğüm tepemde uyuyor duvarlarımı boydan boya iki yarım daireye bölen hamağının içinde, bir kolu sağ yanından aşağı sarkmış, karışık saçlarının bazıları gece boyu dönüp durduğundan yüzüne değiyor ama hiç de gıdıklanıyora benzemiyor. duvarlarımın en diplerinde babaannesi kahvaltı için bir şeyler hazırlamakla meşgul, tüm kulem baharatlı kokularla dolmuş. oralarda bulunmayan dedesi yine erkenden atlamış ufak teknesine, bir elinde olta diğerinde sigarayla izliyor sakin dalgalarımı. güneş ise daha tavuklar bile uyanmamışken kavurmaya başlamış etrafı, bembeyaz kumlarımın üzerine yumurta kırsanız omlete dönüşecek dakikasında.

derken tepemde bir hareketlenme hissediyorum. yılların uyanma alışkanlığından dolayı kıpraşmaya başlıyor hamağında yatmakta olan. önce yanaklarındaki kaşıntıyı gideriyor, camsız pencerelerimden göğsüne ve bacaklarına düşen güneş ışınlarına kısık bir bakış atıyor. ardından gözlerini ovuştura ovuştura çıkıyor kumaş ve ip parçalarıyla sabitlemiş olduğu yatağından. fenerimin küresine iki üç kez vurarak günaydınlarını sunuyor bana, karşılığını aldıktan sonra da çapaklarından arındırdığı gözlerini iyice açıp ufuklara bakıyor uzunca. "güzel olacak bugün," diyor. dalgalarım oldukça yumuşak, havam da açık. küçüğüm kısa sürede ayılıp aşağı inmek üzere merdivenlerime yöneliyor.

yetmiş yedi basamağım vardır benim, kırk ikincisi diğerlerinden biraz daha yüksek ve yirmincisi diğerlerinden biraz daha alçaktır. ilk defa çıkanlar bu ikisinde hep tökezler oysa zehra gözleri kapalı koşsa dahi güvercinler gibi süzülüverir korkuluksuz sarmallarımdan. bugünün de diğerlerinden bir farkı yok. beyaz duvarlarımın çatlakları arasından sızan güneş, aşağıya doğru inen küçüğüme armağan ettiği çilleri selamlamakla meşgul. taşlarım yalın ayaklarını fazla üşütmemek için uğraşıyor, küçük bedeni en alt kata ulaştığında da güzel bir atmosfer çekiyorum oval tabanlı geniş odaya. misler gibi bir gün başı.

"günaydın kınalı kuzum benim" diye selamlıyor onu babaannesi, zehra'dan sonra en sevdiğim ikinci insandır kendisi. bahsi geçen kuzusu cıvıl cıvıl bu sabah, iki adımda yanına gidip öpüveriyor pamuktan yanaklarını. tezgahtan taşıyor masaya ne yiyilecekse, ikisi beraber hazırlıyorlar her şeyi. ardından zehra kahvaltının neredeyse hazır olduğunu dedesine seslenmek üzere dışarıya çıkıyor.

kapıdan dışarı adımlar adımlamaz belinin hizasındaki kızıla çalan saçları esintili rüzgarlarıma karışıyor, buralar hep uğultulu geçer. kendisi gibi pek belirsiz uzamış saçlarının kıvırcığa yakın tutamları, kısmen düz olanlardan daha yukarıda savrulurken zehra sadece gözlerinin önüne düşenleri itiyor parmaklarıyla. şapkasını almadığı için rahatsız oluyor parlaktıktan ancak siper ediyor alnına elini, dedesi işte orada, zayıf bedeninin çıkıntılı kamburundan hemencecik kavrıyor varlığını.

bağırıyor avazı çıkana kadar. elini de sallıyor hatta. on beş yaşındaki yaşıtlarına kıyasla biraz uzun boyludur kendisi, ninesiyle dedesi çok iyi beslediklerinden ötürü gurur duyarlar birbirleriyle. bundan sebep yaşlı adamın onu fark etmesi uzun sürmüyor, oltasını kaldırıp toparlanıyor ve kürekleri eline aldığını seyrediyor küçüğüm. arkasını dönüyor ve sazlıklara bir göz atıyor ki o huzurlu sabah için yapmasından en korktuğum şeyi yapmış oluyor.

gecenin sabaha yakın saatlerinde barakamın yakınlarındaki otların arasına uzun saçlı bir bedenin girdiğini ve uzunca süredir de hareketsiz yatmakta olduğunu bildiğimden dolayı ip üstündeyim. zehra çatık kaşları ve gergin kaslarıyla yerde uzanan bedene yaklaşırken de tedirginim. öbür yandan en büyük uyarılarımdan birini umursamazca çiğnemiş olduğundan o kişiye öfkeliyim.

lamba sana döndüğünde falezden uzaklaşmalısınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin