sıfır

690 57 131
                                    

"teknik olarak güneş öptü, ben de onu buraya kazıdım."

"ama bu çok çok çok güzel."

"sen de öylesin meleğim?"

utanıyor küçüğüm. kafasını baladın'ın boynuna gömüyor. daha onu görme heyecanını atlatamamışken kolundaki küçük kalıcı çizim onu bu kadar utandıran. eğiyor biraz belini, yüzünü köprücüklerine yaslıyor ve derin derin içine çekiyor kokusunu, ta buradan ben bile hissediyorum.

"hiç bu kadar özlememiştim seni. o kadardır burnumda tütüyorsun ki kış kıyametin ortasında bile sefer bulsam gelecektim." kasabadakiler onların bu uzun süren sarılmalarını garipsiyor, kafalarını çevirip izlemeye başladıklarında ise zehra kaldırıyor başını, yanakları kızarık gözleri de benzer bir vaziyette.

"kışın pek güzel olmuyor, iyi ki şimdi gelmişsin."

"sen özlemedin mi beni yoksa?" hande elini uzatıp küçüğümün parmaklarını kavrıyor. geçen senelerdeki utangaçlık sefasını buraya olan yolunda suya düşürmüş olmalı. peşinden sürüklediği uzun bedenin gülümsemesiyle tombullaşan yanaklarını seyrediyor, dondurmalardan tatlı bir bakışa sahip.

"ne çok özledim bir ben bir alfred bilir, bence girmeyelim oralara."

boştaki eliyle hayali bir izleyiciye reveransta bulunup "hay hay kralım," diyor. zehra hande'nin valizini çekiştiriyor çekiştirmesine ancak o kadar büyük bir sevinç patlaması yaşıyor ki mola istiyor. şekilsiz kaldırımların birine çöküveriyorlar, küçüğüm hande'nin dövmesinin yanına oturmuş, gözlerini çekemiyor oradan.

parmaklarını değdiriyor hafifçe, "acımıyor değil mi?"

başını iki yana sallıyor, "hiç acıtmadı canımı." diyor yeşillere bakmakta inat ederken.

"ne zaman yaptın?" badem gözlerden bilerek kaçınıyor sanırsam, parmakları hala orada olsa da sabitlenemeyen bakışları etrafta dolanıyor.

"gider gitmez. hep hatırlamak için."

"hatırladın mı peki?"

"inan hiç unutmadım yakışıklı." göz kırpıyor sonra kolunu zehra'nın dokunuşlarından ayırıp omzuna koyuyor, boynundan çekip yanağından derince öpüveriyor. "böyle bi şeyi unutur mu insan ya?" nazlata nazlata sevmeye başlıyor. mıncırmaları altında iyice küçülen kızıllım ise tadını çıkarıyor, kalbi hızlanıyor, gözleri kısılıyor, gülüşü genişliyor.

ardından gelen acelesiz dakikalarda aheste aheste yürüyerek her zamanki otelde ayırtılmış bir odaya gidiyorlar. hande valizini bırakıyor, üstüne daha rahat ve bol şeyler geçiriyor ve içindekileri açmaya ertelenmiş diğer günlere saklıyorlar. el ele tutuşuyorlar yine, düzensiz inşa edilmiş beyaz binalar arasında yürüyerek ilk duraklarına varıyorlar: manav.

hande'nin ne zaman geleceğini elbette ki tahmin edemeyecek olan küçüğüm biraz soğan biraz da çilek almak üzere geldiydi buralara, karşılaşmaları en büyük tesadüflerdendi. şimdi ise ellerinde birer poşet taşırken diğer ellerini de doldurmak üzere dondurmacıya uğruyorlar. herhangi bir yaz gecesi bile ikilinin gözlerindeki parıltılarla yarışamaz şu an.

kumlarım sanki harikalar diyarına bir yol oluşturmuşcasına altlarından geçip giderken yaşlı kalın duvarlarımın yanıma geliyorlar, evdeki ikili güzelce karşılıyor hande'yi. yüzlerinde tuhaf bir ifade var ve biraz da bıraktığı gibi bulamama durumu yaşıyor esmerim ancak sorgulayacak kadar üstünde durmamayı seçiyor. zeliha'nın hazırladığı birkaç şeyle hızlıca karınlarını doyurup yukarıya çıkmak için izin istiyorlar. ikilinin adımları epey zaman üstüne yine sarmallarımda yankılanıyor ve elimde olmadan burukça seyrediyorum yükselişlerini.

lamba sana döndüğünde falezden uzaklaşmalısınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin