one

583 58 16
                                    

#02

bir pazartesi sabahının erken saatleri, bir köşede duvardan asılı olan saatin yelkovanının çıkardığı ses ölüm çığlıkları gibi yankılanıyor tüm odaya. sese daha fazla dayanamıyorum, beynimin içindeki acı dolu düşüncelerden kurtulmak adına bakışlarımı pencereye çeviriyorum. dışarıya odaklanıyorum, yağmur tüm lanetli, kirlenmiş ruhları temizlemek istercesine yağdığını izliyorum. dakikalar, saatler birbirini kovalıyor, zaman her saniye gözlerimin önünde o yağmur damlaları gibi akıyor. "Yağmur tüm kanlı sokakları yıkamıştır." dedim ama öldürdüğüm insanların kan lekeleri gömleğime kendi hüzünleriyle birlikte akmış, kendi lanetlerini sarmaşık gibi bedenime sarmışlardı. şimdiye kadar kaç insan öldürmüşümdür acaba?

öldürdüğüm "yararsız" insanlara küfürler dökülürken dudaklarım arasından tüm kanlardan kurtulmak için üzerimi değiştiriyorum. fakat ruhuma oturan bir ağırlık beni delirtiyor. bu zaman o geliyor aklıma, huzur kelimesinin anlamını taşıyan beden canlanıyor gözlerimin önünde. bu lanetten kurtulmak için -sadece bir sürelik uzaklaşmak için- onu görmek istediğimi anlıyorum, tekrardan kalbim göğüs kafesimi delercesine çarpıyor, her zerrem onu görmek için çırpınıyor. ne zaman bu hale geldim hiçbir fikrim yok, fakat bir gün görmesem özlem kaplıyor içimi.

sanırım seni daima özleyeceğim,
yıldızların gökyüzündeki
güneşi özlemesi gibi

işte yine dışarıya atıyorum kendimi, hızlı ama ağır adımlarımla o ezberlediğim yolları yürüyorum. rüzgar sanki beni durdurmak istercesine esiyor, yağmur damlaları yüzüme çarpıyor. bu yağmurlu havada orada olması için dualar ediyorum. "Bugün onunla konuşacağım." diyorum her dakika tekrarlayarak, her adımımda ona yaklaştığım düşüncesiyle adımlarımı hızlandırıyorum. istediğim yere geldiğimi anladığımda ise duruyorum. yağmur yüzünden yüzüme yapışan siyah saçlarımı hızla yüzümden çekiyor ve dikkatlice etrafa bakıyorum, ama hep izlediğim yerde göremiyorum. üzüntü tüm bedenimi ele geçirirken aniden kafamın üzerinde bir şey hissediyorum. arkamı döndüğümde şemsiyeyi bana uzatmış şekilde duran Gojo'yla karşılaşıyorum.

yağmur yüzünden dağılan ve yüzüne düşen beyaz saçlarının arasından mavi gözleri gözüküyor. yakından bakarken bir kez daha kayboluyorum okyanuslarında. yüzme biliyorum fakat o okyanusta kalmak adına gözlerinde boğulmayı tercih ediyorum. soğuk hava tüm bedenime işlerken gülümsemesi ısıtıcı rolünü oynuyor. şemsiyeyi uzattığı eline bakarken sessizliği bozuyor, "Buradan geçerken karşılaştım, bir yere acele ediyor gibiydin. İstersen şemsiyeyi al, benim gideceğim yer zaten yakında."

"Centilmenlik mi yapıyorsun?" diyorum Gojo'ya alaycı gülümseme atarken, ilk şaşırıyor daha sonra kahkaha atıyor. kahkahalarına karışan yağmur damlalarının sesi bir melodi gibi duyuluyor. ilk defa konuşuyorum onunla, yakından görüyorum o cümleler kuramadığım gözlerini, yüzüne dağılan saçlarına rağmen hala ilgi çekici duruşunu seyrediyorum. "Evet, böyle insanlarla nadiren karşılaşırsın şimdiden söyleyeyim." , bakıyorum ona, o da bana bakıyor. bakışlarında bir şeyler saklı olduğunu seziyorum, fakat ne olduğunu anlamıyorum. "O zaman teşekkür ederim." , diyorum ve onun yavaş yavaş uzaklaştığını izliyorum. "Görüşürüz." , el sallıyor bana, karşılık veriyorum ona.

dünya alevler içindeydi ve
beni, senden başkası kurtaramazdı

bir eros okuna yakalanmış ve apollon gibi umutsuzca onu sever olmuştum. duygular ne zalimce bir şeydi ve bu benim cezam mıydı diye düşünmeden edemiyordum. sanki kazanamayacağımı bildiğim bir kumar masasına oturmuştum ve kazanmayı diliyordum.

ocean eyes¦satosuguHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin