''Pantolonunun altındakini tutabilecek kadar dirayetliysen buyur, gidelim.''
Beynimde gezinen tilkiler panik halinde koşuştururken ben de henüz ne dediğimin tam farkında değildim. Yüzümdeki sırıtış zar zor yerini korurken dudaklarının arasından çıkacak iki lafa bakıyordu dizlerimin bağı.
Yaklaşık beş dakika önce kalçasını yasladığı tezgahta gezdirdi parmaklarını, ardından da sanki parmağına toz bulaşmış gibi bir ifadeyle geri çekip baş parmağını parmak uçlarına bastırarak sürtmüştü.
''Altımdakini sınayacak yaşta değilsin merak etme.''
Dedikleri ister istemez boğazıma büyük bir yumru oturmasını sağladı. Normalde küçük sayılmasam bile ona göre cidden yaşım küçük kalıyordu. Yaşını hiç sormamış olsam da bedenlerimiz yan yana gelince bu göze çarpıyordu ister istemez.
Sessizce ciğerlerime derin bir hava çektim. Gözlerim üzerinde cirit atarken bir şey diyemeyeceğimi anlayarak konuşmaya benim yerime devam etti.
''Hem şu tezgahı da silin, toz içinde.''
Dediklerine karşılık olarak yalnızca göz devirebilmiştim. Üzerimdeki önlüğün iplerini çözüp tezgaha bıraktım, gözlerinin üzerimdeki varlığı tüylerimi diken diken ederken keyiflenmek adına ona laf attım.
''Dudaklarından çıkan kelimelere gözlerin pek katılmıyor gibi.''
Göz ucuyla vereceği tepkiye bakmak için gözlerimi önlükten çekip ona baktım. Gülümsüyordu ve bu gülümseme hiç hayra alamete benzemiyordu. Hafifçe boğaz temizleyip üzerimdeki gömleği düzelttim. Bana bakmasıyla ilgili imâ yapmama rağmen gözlerinin hâlâ üzerimde olması yine de hoşuma gitmişti.
Ellerimi bel boşluğuma yerleştirip konuyu değiştirmek için dudaklarımı araladım.
''Madem barı kapatmama yardım edeceksin,''
Cümlemin devamını getirmek için bar tezgahının altına eğildim. Eğildiğim yerden bakışlarımı ona çevirirken gözleri yüzüme değil, başka bir yere bakıyordu. Kaşlarımı hafifçe çatıp gözlerimle baktığı yolu takip ederken yolun sonu kalçalarımda bitiyordu. Kulaklarımdaki ani ısı artışıyla hızla doğrulacaktım ki tezgahın altında olduğumu unutup başımı sertçe tezgaha vurmuştum.
Acıyla doğrulup son anda aldığım havluları tezgaha koydum. Acıyan yeri hafifçe sıvazladım ve dudaklarımı büzerek olduğum yerde sızlanmaya başladım. O sırada kulağıma dolan, normalde hoş ama şu an melodisini sikmek istediğim kahkaha sesiyle ona baktım.
''Ulan adi sapık birde gülüyor musun?''
Kahkahaları hız kesmezken sinirlenip tezgaha koyduğum havlulardan birini suratına attım.
''Gülmeyi kes ve bana yardım et.''
Yüzündeki havluyu alıp sonunda sesini keserken hafifçe boğaz temizleyip ciddi(?) surat ifadesini yüzüne yerleştirebilmişti. Elindeki havluyu omzuna asarken kollarını da göğsünde birleştirmişti.
''Ne yapılacağını söyle.''
Aslında onun yapacağı pek bir şey yoktu fakat ne kadar oyalarsam o kadar işime gelirdi. Jimin'in çıkmadan önce arkaya yani mutfak kısmına dizdiği bardaklar aklıma gelirken sinsice sırıttım. Gelmesi için elimle işaret edip rafların yanındaki mutfak kapısına yöneldim. Kapıyı açıp içeri geçerken mutfak tezgahında yığın şeklinde dizilmiş olan bardaklara baktım. Kollarımı göğsümde birleştirirken bıyık altından sırıtarak ona döndüm.
''Bardakların hepsi yıkanacak ve aynı zamanda kurulanacak. Sen bütün bu işleri hallederken ben içeriyi halledeceğim, anlaştık mı?''
Sorduğum soruya istinaden omzuna astığı havluyu eline alarak başıyla onay vermişti. Tezgahta duran bardakları önüne çekip musluğu açtığında bir süre şaşkınca izledim. Bana yardım mı etmek istiyordu yoksa bir direkte sallandığımı görmek mi diye iki yana savrulmadan edememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HANDCUFF // TAEKOOK
FanfictionElindeki kelepçelerle üzerime yürüdüğü vakit arsız sırıtışım, dudaklarımda tekrardan bir yer kazanmıştı. "Kelepçeleri ters bağlayın komiser Kim. Ellerim teninizle tekrar buluşursa ortalık yangın yerine dönecektir." -140722 (smut içeriyor.)