Tam tamına iki gün olmuştu fakat Minho Hyung hala gelmemişti. Kral sabah aramak için askerlerini gönderdiğini söylese de içim rahat etmiyordu. Kendi şövalyelerimle gidecektim.
Saraydakilere belli etmeden çıktık. Annem böyle bir şeye izin vermezdi, biliyordum.
Uzunca süre at koşturduktan sonra bahsedilen eski şatoya gelmiştik. Elimle komut verip şatonun etrafını kuşatmalarını emrettim.
Çalılıkların arasından şatoya baktım. Birkaç askerimi seçip benimle gelmeleri için işaret ettiğimde ilerleyeceğim sırada kolumu birisi tuttu.
"Prensim, babanıza haber vermeliydiniz yine de. Siz geleceğin kralısınız size bir şey olmamalı. Lütfen geri dönelim, sizin güvenliğinizi sağlamamız bizim baş görevimiz."
Konuşan Lee Felix'ti. Çocukluk arkadaşım aynı zamanda en güvendiğim şövalyem.
"Öyleyse gelecekteki kralına karşı mı geliyorsun Yongbok? Abim iki gündür kayıp hiçbir şey yapmadan öylece oturamam, anlıyor musun? Sen burada kal, sakın bir yere ayrılma. Ben o şatodan çıkıncaya kadar bekleyeceksiniz anlaşıldı mı?"
Felix tedirginlikle kafasını salladı ve kulağıma fısıldadı. "Bir an önce geleceksin Jeongin. Sen anladın mı beni asıl?"
Gülümseyerek kafamı salladım.
Arkama askerlerimi alarak büyük kapıya yaklaştım. kapı kilitliydi fakat birkaç zorlamayla açıldı. Etrafımıza bakarak sessizce ilerledik. Örümcek ağları bile vardı. Yüzyıllardır bu şatonun lanetli olduğuna dair efsaneler çıkardı. Hiç kimse içeriye girmek için cesaret edememişti. Minho hyung, o girmemiş miydi peki buraya?Askerlerimle etrafıma bakarak ilerlerken onlara dağılmalarını emrettim. Tam önüme yukarıdan bir damla kan düştüğünde askerlerimi uyardım. Hepimiz yavaşça yukarıya baktık.
Bu minho hyung'un şövalyelerinden biriydi. Büyük tozlu avizeye asılı boynu, gözleri dehşet içinde hala açıktı. Yutkunarak baktım.
Kapının gıcırdamasıyla hepimiz kılıçlarımızı çıkarırken çıkan sesle etraftaki sessizlik kesilmişti. Askerlerimin hepsi tek tek gözden kayboluyordu. Etrafıma endişeyle bakarken sonunda boynuma dolanan elle dona kaldım.
"Bizi ziyarete mi geldiniz, Prens Yang?"
Kılıcımı kaldırmaya yeltenirken elimden alınıp ahşap zemine düşme sesi büyük boş şatoda yankılandı.
Boynumdaki damar üzerinde gezinen ellerle titredim.
"Ne tür bir yaratıksın sen?"Karşıma geçip gözlerimin içine baktı. Kırmızı gözlerden gözlerimi ayırmaya çalıştım fakat beni hipnoz etmiş gibiydi. Uzun siyah saçları terden alnına yapışmıştı.
Kanlı sivri dişleri boynuma yaklaşırken refleksle geri çekildim fakat o da aynı hızda belimden tutmuştu.
Boynumdaki damarı diliyle yalarken hissettiğim ıslaklıkla yutkundum.
"Asil kanının beni ne kadar delirttiğini tahmin edebiliyor musun? Şu an kendimi nasıl tuttuğumu bir bilseydin."
"Neden tutuyorsun, beni de onlar gibi öldürmeyecek misin?"
Gözlerimin içine bakıp konuştu. "Hayır seni kullanacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
slayer, hyunin
Fanfictionveliaht prens olan jeongin, üvey abisinin ortadan kaybolmasıyla yıllardır kullanılmayan, vampirlerin yaşadığı söylenen şatoya gider.