Kalbim yerinden çıkmak istercesine bir kuş gibi çırpınıp duruyordu. Ciğerlerim ona yetmeyen havayı alıp veriyor, havanın geçtiği yollar acıyla, durmamı haykırırcasına tıkanıyordu. Ama duramazdım. Bir an dönüp arkama baktığımda muhafızların hala peşimde olduklarını gördüm. Duvara astığım ip merdiveni tırmanıp tek hamlede taş duvardan aşağı atladım. Elimdeki eski çakmağı birkaç denemeden sonra nihayet yakabilince ip merdiveni ateşe verip zaman kazanmayı başardım. Diğer muhafızlar çoktan ana yolu kuşatmış olacağından gecenin simsiyah bir çarşafla örttüğü orman benim tek kurtuluş yolumdu. Daha fazla düşünmeden ormana doğru koşmaya başladım. Muhafızların attığı keskin oklar bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi tepeme iniyordu, oklardan biri sırtımdaki yiyecek dolu çuvala denk gelmiş olmalıydı ki çuvalın ağırlığı ben koştukça daha da azalmaya başlamıştı. Umarım köye varana kadar çuvalda yiyecek bir şeyler kalırdı yoksa bütün bu macera boşa gidecekti.
Bastığım toprağın giderek yumuşadığını hissettim yakınlarda sulak bir yer olmalıydı. Bu iyiye işaretti, iyi bir yüzücü olduğumdan belki saray muhafızlarından yüzerek kurtulabilirdim. İyice çamura bulanan ayaklarımı güçlükle hareket ettirerek ilerlemeye devam ettim. Dikkatlice bakarak etrafımı görmeye çalıştım. Muhafızların sesleri de giderek yakınlaşıyordu. Bu nefes kesici yakalamacayı heyecanla izleyen dolunay bana acımış olacak ki yansımasını gölün üzerine bana bir ipucu olarak bırakmıştı. Çuvalın yırtılan kısmını sıkıca düğümleyerek kalan yiyecekleri koruma altına aldım, çuvalı da gördüğüm büyük ve sık bir çalılığın arkasına sakladım. Daha bu sabah yamalattığım biricik gömleğimden özür dileyerek göle atlayacağım sırada gölün üstünde gördüğüm lotus çiçekleriyle geri bir adım attım. Bizim buralarda hiçbir suda bu çiçeklerden yetişmezdi sadece biri hariç. Sessizce şansıma söverek,
-Hadi ama başka çarem yok mu, bugün kahvaltıda yürek de yemedim ki.
Yaklaşan adım sesleriyle daima boynumda taşıdığım hiç tanıyamadığım aileme ait olduğuna inandığım madalyonu avucumda sıkarak ondan güç almayı diledim ve kaderime razı olup yavaşça göle girdim. Gölün yüzeyinden çok uzaklaşmadan muhafızların gitmelerini bekleyecektim. Kısa süre sonra muhafızların ellerindeki meşalelerin ateşi gölün etrafını aydınlatıyordu. Başım suyun hareketleriyle bir batıp bir çıkıyordu muhafızların ne konuştuklarını duyduğum boğuk seslerinden anlamaya çalıştım.
-Göle girmiş olabilir mi?
-Saçmalama eğer biraz olsun aklı varsa bu göle yaklaşmaması gerektiğini bilir.
-Eğer birazcık aklı olsaydı sarayın mutfağından yiyecek çalmaya da cüret edemezdi zaten.
-Gerçekten lanetli göle girdiyse daha fazla bakınmamıza gerek yok öyle değil mi? Göldeki şey onu öldürene kadar peşini bırakmaz zaten.
-Haklısın o herif cezasını çekecektir.
-Yeter kesin şamatayı! Siz ikiniz şu tarafı aramaya devam edin, sen de benimle bu tarafa geliyorsun. Hadi sallanmayın, acele edin akşam yemeğini kaçırmak istemiyorum.
-Bu da iyice kendini komutan sanmaya başladı.
-Bir şey mi dedin duyamadım?
-Anlaşıldı dedim akşam yemeğini kaçırmayı biz de istemeyiz. Hadi gidelim.
Meşalelerin ışığı azalarak yok oldu. Gittiklerinden emin olunca hızla gölün yüzeyine doğru yükselip göğsümü havayla doldurdum. Gölden çıkarak yakınındaki bir ağacın gövdesine yaslanıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Daha önce hiç bu kadar uzun süre nefesimi tutmayı başaramamıştım insanın korkuyla yapamayacağı şey yokmuş gerçekten. Nefesim düzene girerken muhafızların konuşmalarından anladığım kadarını düşünmeye başladım. Gerçekten de tahmin ettiğim bu göl o göldü. Küçükken bize anlatılan, geceleri uykumuzu kaçıran o lanetli göldü bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölün Fısıltısı
FantasíaSen aslında kimsin? Ben sana büyürken anlatılan o hikayelerdeki günahkarım, Tek hatası sevmek olan ve bunun bedelini her şeyiyle ödeyen bir suçluyum, Elinde sadece gözyaşları kalan, nefretle anılan, yok olmaya terk edilen bir mahkumum. Sen ise bu hi...