Kwang-Joon
"Elinde çizim defterimi tutuyordu diyorum, Min-Shin." dedim dolaptan baharatları çıkarırken masaya koyduğum telefonda hâlâ görüntülü konuşma devam ederken.
"Ama aynı zamanda benimle konuştu diyorsun," dedi ve sigarasından bir nefes aldığını tahmin ettiğim kısa bir ara verdi. "Çocuk seninle kırkta yılda bir konuşmuş, vahşi hayvan gibi davranmışsın lan." Derken kalçamı tezgâha yaslamış ve telefona doğru ona dönerek bakmıştım. Gerçekten de düşündüğüm gibi muhtemelen telefonun yakınlarına koyduğu küllüğe yerleştirdiği sigarasının dumanı kameraya doğru süzülüyorken telefona bakmadan siyah bir ojeyi tırnaklarına sürmek için cebelleşiyordu.
Min-Shin bu dünya üzerinde arkadaşım ve dolayısıyla en yakın arkadaşım diyebileceğim tek ve ilk kişiydi. Annemin işi yüzünden taşındığımız ve 6 yılımı geçirdiğim şehirde sadece birkaç kelime muhabbetimiz olsa bile ben Seul'e dönmemden sonra yakınlaşmaya başlamıştık. Ama onu okuldayken uzaktan gördüğüm kadar hatırlıyordum, o okulda hiç kimsenin haberinin olmamasının imkânsız olduğu kişiydi. Kahverenginin koyu tonlarındaki abartısız uzunluğa sahip saçları ve bembeyaz teniyle buz mavisi gözleri vardı. İnce demir çerçeveli gözlükleri ve kulaklarından asla çıkarmadığı siyah nokta şeklindeki küpeleri onun kendisi için ikonlaştırdığı şeylerdi. Son derece sade bir tarzı olmasına rağmen bir ortama girdiğinde gözlerin üzerine çevrilmesini sağlayabileceğini bildiğim sayılı insanlardandı. Ayrıldığım şehirdeki okulumda, okulun müzik grubunun solistliğini yaptığı için zaten hep aranan o popüler yüzlerdendi. Okuldaki herhangi bir kızın onu çevirmeyeceğini biliyordum ama bu birçok erkek için de geçerliydi. Onun da ilgilendiği ikinci kısımdı zaten.
İki yıl önce ben şehirden ayrılırken sigara içmiyordu, son bir yılda ailesiyle yaşadığı problemler yüzünden başlamıştı. Yönelimi ortaya çıktığı içindi tabii o sorunlar. Yanlış anlamayın, sigaraya başlamasının sebebi dertlerinden kurtulmak veya kendine iyi geldiği için değildi; ailesini daha da çok sinirlendirebilmekti. O böyleydi işte, onu kısıtlayan bir şey varsa ne pahasına olursa olsun üzerine giderdi. Ailesinin bu alışkanlığına da sinirleneceğini bildiğindendi sigara içmesi. Keçi inadı derler ya; işte Min-Shin sözlükteki karşılığıydı.
"O çizim defterini biraz aralayıp baksaydı neler yaşanırdı düşünebiliyor musun?" dedim tavaya kırdığım baharatlı omletin pişmesini beklerken. Elini kaldırıp tırnaklarına bakarken telefona bakmadan umursamazsa konuştu.
"Başkarakteri olduğu sayfalarca NSFW görürdü?" dedi rahat bir tavırla. Patavatsızlığına içten içe utanırken göz devirip pişen omletimi tabağa aldım ve masaya ilerleyip telefonun karşısına oturdum. "Görseydi belki bir şansın olduğunu düşünmeye başlayabilirdin," derken sonunda bana bakıyordu.
Kendimi alaya alarak güldüğümde kaşlarını çatarak bana bakıyordu. "Ya da bir sapık olduğumu düşünerek beni birilerine şikâyet ederdi, ne dersin?" Omletimi dolaptan çıkardığım soğuk vişne suyum eşliğinde yerken o da ojelerinin bozulmamasına dikkat ederek sigarasından birkaç nefes çekmekle meşguldü.
"Ne kadar yakışıklı olduğunu asla fark edemeyeceksin aptal," dedi yüzüne gelen duman yüzünden çekik gözlerini iyice kısarken. "Şu karakteristik uzun saçların, siyah gözlerin, açık tenin ve uzun boyunla," derken bu sefer oturduğu koltuğunda sızlanarak tepiniyordu. "Tanrım, neden böyle şeyleri kıymetini bilmeyenlere veriyorsun. Sonra isyankâr ve günahkâr olan ben oluyorum, hiç adil değil amına koyayım."
Gülerek başımı iki yana salladım ve tabağı masaya bıraktım, o da sigarasını söndürmüş ellerini havaya kaldırarak tırnaklarına üflüyordu. Aramıza bir sessizlik çökmüşken kapısı tıklatıldı. Kısaca, "Gel." diye seslendiğinde kadrajdaki kapıda babası göründü. Min-Shin'in havaya kaldırdığı ellerini gördüğünde duraksadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
and the silent boy falls in love. | b×b
RomanceDevam ettiğim çizimde düz, koyu kahve ve dağınıkça alnına dökülen saçları bu sefer bana yaklaşarak eğildiği için benim alnıma dokunuyordu. Kemersiz, yüzü için tanrı tarafından özenle seçilmiş sivri burnu benim hafif kemerli ve kalkık burnuma değiyor...