Mutlu olacağım. Mutlu olmalıyım. Mutlu olmam gerek. Çünkü benimlesin. Nina... Hep yanımda kal. Hiç bitmesin, sonu gelmesin bu yürüdüğümüz sokağın. Her günümüz yıllar, asırlar gibi geçsin. Her cümleyi, her sözcüğü tekrar tekrar söyle bana. Usanmam dinlemekten. Sözler, heceler seninle anlam bulur, ben seninle anlamlanırım. Gözlerinde kaybolduğum dünya yeter bana. Özlemem baharları sen gülümsediğinde. Yeter ki yanımda ol. Korkmam kabuslarımdan.
Keşke bunları söyleyebilseydim sana. Dilim tutulur, konuşamam karşında. Gözlerim daldığında o efsunlu bakışlarına, senden öte her şey yalan olur, Nina...
Ben ilk kez böyle hissediyordum. İlk kez içimdeki bu farklı duygularla tanışmıştım. Nina, sen bana ne yaptın? Ne yaptın da ben sana böylesine bağlandım?
Konuşmadığımız halde benim için pek gürültülü geçen bu yürüyüşün de sonu gelmiş, okulumuza varmıştık. Nina ile pek resmi bir vedalaşmadan sonra o, arkadaşlarının yanına; bense çantam omzumda sınıfa çıkmıştım. Bana yabancı olan duyguları yaşıyordum.
Derste onu izlemek, kalemi tutuşunu, aklı karıştığında dudağını ısırışını seyretmek, beni o an olduğumdan yerden alıp pembe düşlerle dolu bir dünyaya götürüyordu. Ona bakarken iç konuşmalarım bir anda kesiliyor, kelimelerin en anlamlısı "Nina" oluyordu. Bu uzun seyirler esnasında, bakışlarımız birbirine değdiği zaman, sanki kalbimin durduğunu, nefesimin kesildiğini hissediyor, o pembe dünyadan, hızla kendime dönüyordum.
Okul bitmiş, evin yolunu tutmuştum. Gökyüzünde çok fazla bulut olmasına rağmen, güneş dikkat çekmeye çalışan şımarık çocuklar gibi kendini göstermeye çalışıyordu. Yağmur yağacağına kanaat getirip adımlarımı hızlandıracakken, Nina bir anda yanımda bitivermişti. Bu narin kızın nasıl bu kadar çabuk yanıma varabildiğini anlayamamıştım. Bu düşüncelerim arasında Nina: "Bir şeyini mi kaybettin?" diye sordu. Ne demek istediğini anlamamıştım: "Hayır, unuttuğumu sanmıyorum." diye karşılık verdim. Nina, keskin bir bakış attı. "Tüm gün beni izlediğine göre bence bir şeylerini kaybetmişsin." dedi hafifçe gülümseyerek. Duraksayıp Nina'nın yüzüne bakmış ve gözlerimi devirmiştim. Hiç konuşmadan yürüyorduk. Nina'nın yüzünde gülümseme vardı, oysa ben kızardığımı hissediyordum. Peki ya ben neyimi kaybetmiştim, aklımı mı, yoksa kalbimi mi? Yağmur başlamıştı. Yüzüme düşen yağmur damlaları beni serinletiyordu. Nina, avuçlarını açmış, yağmurun ellerini ıslatışını seyrediyordu. Bense mahçup bir şekilde onu izliyordum. Sonra bana baktı ve tatlı tatlı gülümsedi. İkimiz de o ıssız yolun ortasında durmuş birbirimize bakıyorduk. Yalnız biz değil zaman da durmuştu. Nina gözlerini kapadı ve yağmur damlalarının yüzüne düşmesine izin verircesine başını göğe doğru kaldırdı. Yağmur yüzünü ıslatırken o gülümsüyordu. İkimiz de ıslanmıştık. Ve ben Nina'ya yeniden aşık olmuştum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ekim Rüzgarları
General FictionSoğuk kaldırım taşları… Güneşin nazlı ışıkları… Hafif sisli bir ekim sabahı… Dünün karanlığından yarının şafağına doğru seyrederken takvimlerin güz görmüş çınarlar gibi yaprak döküyor olması tedirgin etmiyor insanı. Hayatın son anına kadar…