Bir uğultu geliyor kulağıma, açıyorum gözlerimi ve bir mısır tarlasının içindeyim. Gökkube siyaha bürünmüş, önümü görmek için çaba sarf ediyorum; mısırlar boyumu aşmış ve yalnızca gökyüzünü görüyorum. Siyahı görebilmek nasıl bir duygudur bilir misin? Hep karamsar düşünüp kapkara görebilmek? yolumu bulamıyorum. İki kelime nasıl bu kadar anlam dolu olabilir? Yolumu bulamıyorum. hayatım boyunca yol yordam için kafa yormadım ki ben, hiç pusulam olmadı mesela; attığım ve atacağım adımlar bile hep doğaçlamaydı. nasıl çıkacağım bu zindanın içinden duygusu sardı bedenimi. kaygı, korku, panik; yalnızca bir yöne koş emrini veriyor bacaklarıma. sağa sola bakmadan, hoş zaten baksamda mısırdan başka bir şey görmek imkansız. kafam allak bullak,tarlanın hiç sonu gelmeyecek korkusu kalbimin duvarlarına baskı yapıyor. bir bayırda freni boşalmış kamyon misali kontrolsüz gidiyorum, terden sırılsıklam olan bedenimin ıslaklığı ;üşütüyor beni. Nasıl gelmiştim ki buraya, ne olmuştu da bir tarlanın ortasında uyanıvermiştim. ne yaşamış olabilirdim ki burada ayılmak için ;içmeden, ot çekmeden nasıl mümkün olabilirdi bu. Koştum nefesim kesilene arkama bakmaya takatim kalmayana dek hiç durmadan koşmaya devam ettim taki bir duvara çarpana kadar. Birden fırladım yatağımdan kan ter içinde, sular altında kalmışım. üzerimdeki tişörtte tek bir kuru nokta yok. odadaki herkes uyuyor, huzurlu bir uyku nasıl çekilir? unutmuşum, onları görünce kendime bu soruyu sormaktan alıkoyamadım. Neydi ki beni bu kadar korkutan, yıpratan?.tarlanın hiç sonu gelmeyecek olması mı?hiç uyanamayacağımı düşünmem mi? bilemiyorum lakin yastığımın altından telefonumu alıp saate baktım ve hayli geç olmuştu. Yanımdaki havluyla bedenimi terden arındırıp tekrar yattım yatağa. Öğlene doğru telefonum çaldı ve uyandım. bu yurt odasında bu tanımadığım, bilmediğim şehirdeki en değer verdiğim insanın beni uyandırması iyi hissettiriyordu bana. bilirsiniz işte size güvenen ve size şüphesiz güvenen birisi. İnsan bazen yanında yirmi kişi olacağına seni anlayan yalnızca bir kişi olmasının huzuruyla kavrulmak istiyor. Ben bu tencerede kavruluyorum sayın okur, böyle bir duyguyu yaşatan birinin olması insana huzur veriyor. Kimdi ki o? Nasıl bu kadar ani olmuştu her şey, tanrı bu mucizeyi nasıl hiç beklemediğim bir anda vücuduma zerk etmişti?
Bir otobüs yolculuğunda tanıdım seni. Canlı yahut cansız bir şeyleri sahiplenerek sevmen gitmişti hoşuma. Kokunu ilk şubatın 12sinde çektim ciğerlerime. ahh ciğerlerim kokundan görevini aksattı, afallattı ama buna değerdi. insan bi an duygularından emin olamaz ve kötü şeyler duyacağından korktuğu için ne yapacağını şaşırır ya, öyleydi benimkide . bacağında uyurken seni düşünmek ama hiçbir şey söyleyememek, hoşlantının en güzel tanımıydı bence.
Bir şubat günü rastladım gözlerindeki o duyguya. Bir şeyden hem emin olup hem de bir o kadar şüphe etmek atacağın adımların ehemmiyetini gösterirdi elbette. Sana sarılınca dünyadan uçup gitmek sana özgü bir şeydi mesela. Saçlarına dokunabilmek evrene meydan okumaktı. Seni sevebilmek, esasında sana layık olabilmek zor meslekti. Ben yalnızca bu mesleği icra ediyorum.
Bir okul sırasında tanıdım seni. Onlarca yıldız vardı etrafımda ama sen kozmostun. Dünyanın dönmesine, güneşin doğup batmasına senin sayende tanıklık ettim. İnsana sıradan gibi gelen şeyler yoğun bir duyguyla bakınca nasılda anlam dolu olabiliyordu?. Sen samanyoluydun, sen ay sen güneştin, hayır hayır sen tam manasıyla evrenin ta kendisiydin.
Sen güzeldin, insanların arasından öylece çat kapı gelen bir rüzgardın. onların saçlarını uçuran, rüzgar güllerinin nereye döneceğini belirleyen bir afettin. Hayır sen tam manasıyla bu dünyadaki ahenksiz binaların oluşmasını engelleyen ve insanların bed düşüncelerini yok eden kuvvetli bir kasırgaydın.
Geçmişten bahsediyorum gibi duruyor yazdıklarım, sürekli geçmiş zaman kullanıyorum lakin düşüncelerim ve duygularım değişmiyor. Bir yerde oturup bir elimde sigarayla ne yazacağımı düşünmek ne hissedersem hissedeyim iyi geliyor bana. Bu merdiven boşluğunda bacaklarımın, çenemin titremesine hakim olamıyorum. İlaç kullanmaya başladım, sanki bedenimi titretiyor titretiyor ama bana iyi hissettirmek için elinden geleni yapıyor. Bu hayatta acıyı daha ne kadar tecrübe edebilirim, nasıl bir şeyden daha fazla zevk alabilirim ki diyorum daha yenileri geliyor önüme. daha acı ve bazende daha zevkli. Aslında diyorum ne kadar çok şey var daha tecrübe edecek bunu anlıyorum. Yüzünü en çok güldürecek acıyı en çok yaşatacak olan aynı zamanda bunun bilincine varıyorum, duraksıyorum. Yine merdiven boşluğundayım ve burası her zamankinden daha soğuk..
Gerçeklikten bu kadar uzak olmak bazen mutlu ediyor bazende canımı yakıyor. Kestiremiyorum artık bazı şeyleri, bir çok şey gibi ne yapacağıma hatta ne yazacağıma emin olamıyorum. Her şey sanki daha önceden planlanmış ve ne yaparsam yapayım bunu değiştiremeyecekmişim gibi hissettiriyor. Sen miydin gerçek olup bana bu kadar iyi gelen yoksa mısır tarlası mıydı beni yerle bir eden? Her ne olursa olsun iyinin yanında kötüyü, realitenin yanında sürrealiteyi tatmak yaşadığımı bir kez daha hatırlattı bana.