uykulu gözlerimi ovuşturma ihtiyacı ile dolup taştığım bir sabah tekrarlanıyor, işe geç kaldığım için buna bile vakit ayıramadığım gerçeği ile öfkeleniyordum. zira yatağımda gerilirken parmaklarımın usul usul göz kapaklarımı okşaması ve yeniden mayışarak uykuya dalma durumundan dört gündür epey uzaktım. erken uyumama rağmen sabah alarm ile olan kavgam tükenmiyor, henüz bilincim bile açılmadan kendimi sokakta öylece koşarken buluyordum. en kötüsü de peşinden kovalayan geç kaldım korkusuydu. gerçekten daha korkunç bir öge ne fantastik evrenlerde ne de büyüklerin acımasızca küçük çocuklara anlattığı uslu durma masallarında yoktu.
omzumdan düşen hırkam, bağcıkları açık ayakkabılarım ve elimdeki yarım muz ile kasabanın yokuşunu düşmeme umudumu yeşerterek sonlandırdım. kol saatim mesaimin başlamasına üç dakika kaldığını hatırlatırken kalan son gücümü de bacaklarıma yollayıp büyük kasabın yanındaki fırına doğru ilerledim."iki dakika, otuz altı saniye genç adam."
üzerine çanlar yerleştirilen kapının gürültüsü sinirlerimi zıplatırken elimi kalbime yerleştirdim. astım ataklarım ortaya çıkmak için delik arıyordu alelade lakin fırın sahibi emekli albayın koçaklı saatini suratıma doğru tutması daha büyük atakları tetikleyici nitelikteydi.
"iki dakika, otuz altı saniye uzatacağım mesaimi bayım."
soluk soluğa kalmıştım, hatta nefes almak için can çekişiyordum desem zerre abartmış olmam. zira ciğerlerim hızlı ayrılmıştı emekliliğe, onun yerine pahalı astım havaları ile tutunuyordum hayata, ne gereksiz ama...
" giy önlüğünü de daha fazla vakit kaybetme. akşam bir pasta teslimatı olacak. şayet onu bırakırsan geç kalmalarını göz ardı edebilirim."
"hallederim bay kim. mesaiye kalmak isteyecektim ben de."
salladığı başına bakmamaya çalıştım keza baksam yine bir gülme seansına tabii tutulabilirdim. yaşlı albayın tam üç tel beyaz saçı vardı ve itina ile siyah vax ile alnına doğru yapıştırırdı. komik göründüğünün farkında değildi nezlimde, zira epey kibirliydi.
fırında çalışanlara selam verip arka tarafa, giyinme odası denilebilecek havasız dört duvarın arasına geçtim. hızlıca üzerimi değiştirip önlüğümü ve terliklerimi giyindim. normalde ön tarafta satışta çalışıyordum lakin albay dört gün evvel beni üretime almıştı. biraz yalvarmalarım sonucu oldu da denebilir. zira benim ilgi alanım üretimdeydi. küçük kasabanın en meşhur fırınıydı ve ürünleri gerçekten enfesti. özellikle tarçınlı yıldız kurabiyeleri... fırından çıktığı an kokusu tüm kasabayı sarar, kasabalılar sıraya dizilirdi. işe başladığımdan beri bende müptelası olmuştum, üzerine bir de fıstık ezmesi sürünce tam bir bağımlılık ögesi oluyordu.
fırının ayarlarıyla oynayan ustamı selamlayıp şekil verilmek üzere mermer tezgahta bırakılan çikolatalalı hamurun başına geçtim. anlaşılan mesaiye kadar bu hamura birlikte olacaktım.
"benim erken çıkmam gerekiyor bu gün çaylak, mesain bitene kadar bu hamuru bitirirsin, sonra dolapta hazırladığım pastanın sıvamasını yaparsın sana öğrettiğim şekilde."
"merak etmeyin."
saygıyla eğilip ustama belli etmeden gülümsedim. tek başıma üretimde ilk kez olacaktım, bu da derhal müzik açıp ortamı ısıtmak istememe sebep oluyordu. arka cebimden telefonumu çıkarıp en sevdiğim listeyi başlattım.
gün sonunda liste baştan sona üç kez dinlenmiş, kurabiyelerle birlikte kollarımdaki derman da tümüyle tükenmişti. fırının ürettiği en büyük boy çilekli pastayı da sıvayıp özenle karton kutuya yerleştimeyi ihmal etmedim. zira mesaiye kalmamın amacı teslimatı da gerçekleştirip fazladan saat ücreti alma arzumdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
loving him was red - nomin
Romantik"...losing him was blue, like i'd never known missing him was dark gray, all alone forgetting him was like trying to know somebody you never met but loving him was red loving him was red..." senachanyeol & duerikkealenee