16

1.5K 117 19
                                    

biraz 🤏🏻 diğer bölümlere göre uzun bir bölüm, umarım yazım yanlışım yoktur, varsa uyarmaktan çekinmeyin ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen!!




taehyung'un bakış açısından,

defterlerimi ve kullandığım tüm kitapları yavaş yavaş çantama yerleştirirken düşüncelerimin arasında bağ kuramadım. birbirinden anlamsız fikirler beynime hücum ederken olabildiğince hızlı toplanmaya çalışıyordum. birinin beni beklediği yoktu veyahut eve yetişmem gerekmiyordu ama ben hareketlerimi seri tutmaya özen gösterdim. kütüphaneden ayrılırken kimsenin yüzüne bakmamaya çabaladım, günlerimi burada öldürdüğüm halde yakınlık kurabileceğim kimse yoktu.

önümüzdeki birkaç saati tasarlamaya çalışıyordum kendimce, kütüphaneden çıktığımda serin hava beni kucakladı. kulağımdaki kulaklıkta nefret beslediğim bir the smiths şarkısı çalıyor, ona haksızlık ettiğimi fısıldıyordu. kütüphanenin etrafını saran, bir iki tane bankın olduğu yeşillikten çıktığımda soğuktan burnumun ucu sızladı.

düşüncelerim artık sesini susturamadığı için şarkıyı değiştirdim. savsak adımlarla birkaç otobüs durağı kadar olan yolumu biraz daha üşümek için uzattım da uzattım. saat on bir civarıydı, genelde bu kadar geçe kalmazdım. dayım bana eve geç geldiğimde laf etmezdi ama okula geç kaldığımı öğrenirse yakamı bırakmıyordu. ben de sanki uyku düzenim varmış gibi onu bozmaz, on ikiden sonra ışığımı kapatıp uyuyormuş gibi yapardım. açılan şarkı da beni hoşnut etmemiş olacak ki kulaklığı dalgınlıkla çıkardım kulağımdan. boynumda asılı kalırken yürümeye ara vermiyordum.

caddeden ara sokağa giriş yaptığımda tellerle çevrili basketbol sahasından sesler duydum, şaşırmamıştım çünkü genelde geç saatlerde serseri tipli çocuklar burada basketbol oynamaya bayılırdı. gayri ihtiyari başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde, şaşıracağım ayrıntıyı yakalamıştı gözlerim. bir günlüğüne deyip kesintisiz üç gündür dibimde oturan sıra arkadaşım, jungkook, kelimelerinden tut nefes alma şekillerine kadar iğrendiğim dört haytanın yanındaydı.

kaşlarım durumu anlamlandırmak ister gibi çatıldı, jungkook'un böyle tiplerle işi olmazdı. tamam, çok tanımıyordum kendisini. her ne kadar tam tersini kanıtlamak amacıyla bir paragraf düzsem de -jungkook'u inandırmak için devasa özgüvenimle yapmıştım bunu- yoldan geçen herhangi birinden fazla tanımıyordum. çoğu zaman sessiz olurdum, adımlarım da sahibine uymuştu. varlığımdan haberdar değillerdi. jungkook çenesini kaşıdı, gerginliği yüzünden basitçe okunuyordu. "geçen günkünden versene bana," dedi. çocuk duymamazlıktan geldi. omzundan dürttü bu kez.

"sana diyorum." 

seslendiği kişi, yanındakilerle konuşmayı kesip sıra arkadaşımın yüzüne baktı. "siktir git oğlum, gece gece başımızı belaya sokma." dedi tane tane.

jungkook sakinleşmek ister gibi gözlerini yumdu. derin bir nefesi çekti içine, ağzını açmadan önce cebinden yüklü bir miktar para çıkardı. "geçen günkünden dedim." az önce jungkook'u muhatap alan değil, yanındaki yürüyen asabiyet dalga geçer gibi kahkaha attı. o gülünce koyun sürüsü gibi diğerleri de rahatsız edici desibelde gülmeye başladılar. ne istediğini anlamak zor değildi, yılda en az bir kere uyuşturucu baskını olan bir semtte yaşayınca insan alışıyordu artık. benim şaşkınlık duyduğum jungkook'tu. bana söz vermişti. ne diye kendini bok çukuruna atmaya çalışıyordu?

kahkaha silsilesini başlatan çocuk jungkook'un yakasını kavradı, arkasındaki tellere itti. düşen kapüşonu sağ olsun su yeşili saçları ortaya çıkmış, dağınık halde alnına dökülmüştü. kıvırcık tutamlar bu uzaklıktan bile yumuşacık görünüyordu. avuç içlerim kaşındı, ya onu teselli etmek ister gibi saçlarında gezindiklerini hatırlamış olmalıydılar ya da ona dokunan ellere temiz bir dayak atmak istiyorlardı.

polaroid love | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin