Öylece oturmuş onu izliyorum. O acılarını anlatır, kadınlara olan nefretinden dem vururdu. Kimseyle göz göze gelemeyen, saldırgan ve yaralı bu adam içinde bir yerlerde kadınlardan nefret edecek kadar annesizdi.
Geceleri yürür, sabaha karşı eve girerdi. Tıpkı benim gibi yaşamayı beceremeyenlerdendi. Kaçtıklarımızdan kurtulmak için seçmiştik gece yarılarını. O gelmeden önce evin penceresinden dışarıyı izleyerek geçirirdim zamanımı. Şimdi onun sayesin yeniden sokaklarda dolaşıyor yağmuru yüzümde hissedebiliyorum.
Onun yanınızda yürüdüğünü bacağından gelen ritimli çıtlamadan anlayabilirdiniz. Tanrının özenerek yarattığı ama diğer fanilere haksızlık olmasın diye bahtından çaldığı insanlardandı. Allah çirkin şansı versindi.
Hayatımızın boktan dönemlerinde karşılaşmıştık. O kendi için bir şeyler yapmak için yanına almıştı beni. Bense kendimi iyi hissetmek için birinin hayatını iyilileştirmeyi görev seçmiştim. Duman Göz artık benim görevimdi. Buna ilk buluşmada karar vermiştim. Kendimce sahiplenmiştim bu ıslak saçlı çocuğu.
Artık gece yürüyüşlerinde yanına beni de alırdı. Sessizce kendi sığınağına çekerdi beni. Tren garına geldiğimiz o ilk gün ne olduğunu anlayamamıştım. “Bir gün binicem trenlere “ demişti. Pek çok tuhaf korkusu gibi tren yolculuğu da onu korkuturmuş. Ve ona söz vermiş bir gün mutlaka binecekmiş o trenlerden birine. “sakince yürümeye devam et söylediğimde raylara atla hızlıca “ dediğinde deli olduğuna kesinlikle emin olmuştum. Ya öldürecekti bizi yâda yakalatacaktı. Yine de gittim peşinden. Beş şarkılık yürümenin sonunda ışıklar bitti biz garın kapısız çıkışında karanlıkla bir bütün olmuştuk. “Trenin gelmesine yirmi dakika var bekçi ayrılmıştır yerinden hadi raylara atla” dediği zaman kesin öldük demiştim içimden. On beş dakika sonra travers yığınlarının yanında durdu ve eliyle dar arayı gösterdi. “Önce ben girip bakıcam kimse var mı diye sessizce bu aralıkta bekle “dedi ve aralıktan kayboldu. Yaklaşan trenin sesi ve ışığıyla bende girdim araya yakalanmak ya da ölmek yoktu. Sessizce yaklaşıp bana köşeyi döndürdü. Işıksız dört duvar iki kişilik minicik bi oda. Kafasını geriye atıp yukarıya baktığında bende eşlik ettim ona. İçi yıldızlarla dolu karanlık. İşte bu harabe onun için çok iğrenç ama en az onun kadar mükemmel bir şeye ev sahibiydi. Mükemmel manzara sunan yüzüne rağmen içi bir o kadar kirli ve acıydı. Normalde onu hiç tanımayan biri bu temiz, şık giyimli adamın burada ne yaptığını anlamazdı.
Ufacık odanın içinde gökyüzünü izlerken dinliyorum onu. O treni bekliyor. Tren gelse sakladığı en büyük zaafını gerçekleştirecek. Kimse görmesin derdinin yanında kimse duymasın derdi var. Treni bekliyoruz. Tren sesi gelmeli. Kimse görmemeli onu duymamalı. Herkesten gizli dokunmalı bana. Kadınlardan nefret ederken başka bir kadında teselli bulduğunu kimse bilmemeli.
Saçlarını karıştırıp dokundu kasılan çenesine. Bunu yalnızca ısıracak bir şey bulamadığı en öfkeli anlarında yapardı. Isırmak onun için kurtuluşu simgeler. Yorganı ısırarak ağladığı gün sayası çok olmalı. Yetimhane gecelerinden kalma belki de dedesi gelip onu çıkardıktan sonrada devam eden bir alışkanlıktır. Annesinden sonra uzunca bir süre oradan oraya sürüklendiğini anlattığında ısırma huyunu garipsemeyi bırakmıştım. Daha fazla bu şekilde bekleyemeyeceğini bildiğim için “Isır. Sorun olmaz “ dedim. Ciddi ifadesi ile baktı gözlerime emin miyim diye. O bile anlamıyordu neden hala izin verdiğimi. Nasıl bu acıyı kabul ettiğimi anlamıyordu. Gözlerine bakarken elimi ağzına yaklaştırdım. Her zamankinden farklı olarak kolumu sıvadı. İzler daha derin olacak belli oldu. Sesimizi bile sevmezdi. Tiksinirdi tüm kadınların sesinden. Öğrenmiştim çok canım yanar ve dayanamazsam konuşmamın şartları daha da zorlaştıracağını. Çok canım yanarsa omzunu sıkardım tüm gücümle. Ondan geleni ona gönderirdim. Bazen dişleri biraz gevşer ama bırakamazdı. İşte o anlarda sarılmam gerekirdi. Onun başı omzuma gömük benimse yüzüm dışarıya. Yediremez kendine bir kadına dokunmayı.
Onunla olan görüşmelerimiz hepsinde yaralı dönerdim eve. Acı katlanılmaz olunca durdurdum onu. Şimdi anlatmalıydı. Ne olmuştu? Bu sefer taze ve uzun soluklu bir acıydı çektiği. Özür diler gözlerle bakıp arkasını döndü “Aradı” dedi yeniden kasılan sesiyle. Sözler veren sevdiği aramış olamazdı. Şimdi benimle değil onunla olurdu. Mutlu ve yaşam dolu. Kimdi bu arayan onu böylesine nefrete atan? “ O aradı. Bunca yıl sonra! Ablamla zaten görüşüyormuş daha fazla benim hasretime dayanamamış.” Annesi yaklaşık yirmi yıl sonra onu aramıştı. Ablasını ihanet etmekle suçlamış olmalı. Peki, annesi için neler düşündü? “Ne söyledi? Neler anlattı? Ablanla ne zamandır konuşuyormuş?” Sinirle baktı yüzüme Sonra gökyüzüne çevirdi yüzünü. Çiseleyen yağmur damları yüzünde gezindi. Ne kadar güzel olduğu konusu kafamda dolandı durdu. Her zaman olduğu Teklifsizce sarıldı. Kemiklerimi kıracak güçte bir sarılmaydı. Annesinin ona yıllarca sarılmamasının acısını çıkarırcasına sıkı bir sarılmaydı. Omzumda ağlamak ona iyi gelirdi. Benim içinse ağlamasına katlanabildiğim tek insan olarak görüyor olmak garipti. Beni insan yerine koymuyor oluşu benden tiksinmesini engelliyordu. Saçlarımız ıslanana kadar öylece durduk. Zor nefes alıyor olmam önemli değildi. O ömrü boyunca nefessizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahipsiz Öyküler
Teen FictionÖykülerle doluyuz. Birbirinden farklı öyküler için hazır olun. Aradığın her ne ise bu kitap ile karşına çıkabilir. Birbirinden farklı hayatlar birbirinden farklı hikayeler. Şaşırmaya hazır mısın?