Rüzgar mıydı yani? Nasıl böyle bir şey düşünürdü? Her ne kadar Ekin ile benim kardeş gibi olduğumuzu bilmese de bana böyle bir şeyi nasıl yakıştırırdı? Hem de beni terk edip giden o iken...
Bunları pek takmıyordum aslında. İsteyen istediği şeyi düşünebilirdi. Ama beni yakıştırdığı kişi yanımda uyuyan masum çocuk olmamalıydı. O benim en değerlimdi.
Sabah uyandığımda gördüğüm kabusları aklımdan çıkarmaya çalıştım birkaç dakika. Gece boyu ailemin öldüğü kazayla ilgili rüyalar görmüştüm. Bir tanesinde kazayı annemin gözünden yaşıyordum. Bir tanesinde ise kaza benim yüzümden gerçekleşiyordu. Bu düşünceleri kafamdan atarak yanımda duran komidinden telefonumu alarak saate baktım. 8:30'du. Hemen sessizce yataktan kalktım ve mutfağa gittim. Ekin'in çok sevdiğini bildiğim için patates kızartmak üzere patatesleri yıkayıp doğradım. Yağı da kızdırıp patatesleri tavanın içine bıraktım. Bir 10 dakikada da sofrayı hazırladım ve portakal suyu sıktım. Patatesleri de tavadan alıp tabağa koyduktan sonra Ekin'i uyandırmak üzere odaya yöneldim. Çok masum uyuyordu. Parmak uçlarımda yürüyerek yanına gittim ve saçlarını karıştırarak uyanmasını bekledim.
Kahvaltıyı gördüğünde ufak çaplı bir şok geçirse de oturup konuşarak kahvaltı yaptık. Bir süre sonra konuyu mesaja getirdim. Koşarak odaya gittim ve telefonumu aldım. Mutfağa geri gittiğimde telefonun mesajın olduğu kısmını açtım ve o mesajı Ekin'in de görmesi için telefonu ona verdim. Bir süre mesajı okuduktan sonra gözlerini geri bana çevirdi. Sanırım bu fırtına öncesi sessizlikti. Gözlerinde anlam veremediğim bir ifade vardı. Telefonu bana geri uzattığında ellerinin titrediğini gördüm. Sinirdendi. Telefonu elime verdikten sonra da yumruklarını sıkıyordu. Rüzgar olayını en ince ayrıntısına kadar o da biliyordu. Rüzgar buradayken heyecanla anlatmıştım. Önündeki patatesten son bir lokma daha alarak masadan kalktı ve üzerine odasındaki dolabından aldığı mavi tişörtün altına açık renk bir kot pantolon giydi. Salona geçerken benim de giyinmem gerektiğiyle ilgili bir şeyler mırıldandı. Ben de üstüme siyah bir tişört giydim ve altına siyah kısa bir pantolon geçirdim. Saçımı yandan bol bir örgü yaptım. Her ne kadar dün pembe giymiş olsam da ve dolabım renkli kıyafetleri de içinde barındırıyor olsa da genellikle siyah ve griler içinde bir kızım ben. Salona Ekin'in yanına gittim ve "Hadi gidelim Ekin'm" dedim 'm' harfini hafiften uzatarak. Evet ruhsuz bir kızım fakat Ekin benim gökkuşağım. Onun yanında siyahın içine biraz renk katabiliyorum. Fakat siyahın içine ne katarsanız katın en fazla gri oluyor.
Ekin ile birlikte evin kapısına doğru yürüdük ve siyah spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Ekin de ayakkabılarını giydikten sonra evden çıkıp kapıyı kilitledik ve merdivenleri indik. Arabaya geçince radyoyu açmak istemediğimden kulaklığımı taktım ve rastgele bir şeyler açtım. Ekin hala mesaj hakkında bir şey söylememişti ama sinirli olduğunu arabanın gidiş hızından anlamıştım. Okula vardığımızda Ekin'e sarılmak için ona yöneldim fakat geri çekildi. Ben ne oldu şimdi diye düşünürken "Şimdi vedalaşmamıza gerek yok prenses, ben de seninle iniyorum. Halletmem gereken kısa bir iş var." Dedi. Ben de hemen "Seni Umut ile tanıştırırım!" Dedim. Arabadan indik ve okula yöneldik. İçeri girdiğimde kantine gittik ve Umut'u bir masada arkadaşlarıyla konuşurken gördüm. Beni görünce arkadaşlarına veda edip yanımıza geldi. Ben tam onları tanıştırmak için ağzımı açarken Umut ve Ekin erkeksi bir tokalaşma yaptılar vr konuşmaya başladılar. Sonra Ekin erkeklere özel bir şey konuşacağını söyleyerek Umut'u bir köşeye çekti ve hararetle bir şeyler anlattı. En son Umut onu anlar gibi kafa salladı ve tekrar bana doğru geldiler. Ekin okuluna daha fazla gecikmemesi gerektiğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Umut'a "Ne konuştunuz?" Dediğimde "Geçen günkü boks maçından bahsettik." cevabını aldım. Peki o zaman neden benim yanımda konuşmadılar? Ve ayrıca Ekin boks srvmez ki. Omuz silkerek bahçeye çıkıp bir banka oturdum ve Umut da sol tarafıma oturdu. "Ben ilk derse girmeyeceğim, bir şeyler yapalım mı küçük sincap?" Dedi. Söylediği üzerine kıkırdamama ben bile şaşırdım. "Küçük sincap mı? Bunu sevdim. Ben de girmeyeceğim bu derse. Bir şeyler yapabiliriz." Deyip hafif tebessüm ettim. Okulun otoparkına doğru ilerledik ve Umut'un arabasına bindik ve okulun arazisinden çıktık. Aslında çıkarken biraz tuhaf hissetmiştim çünkü lisede okuldan böyle istediğimiz gibi çıkamıyorduk. Yaklaşık 25 dakika sonra araba çok şirin, sadece çimlerin olduğu boş bir arazide durdu. Umut arabadan inince ben de arkasından inmiştim. Beni bileğimden tutup kibarca çimlere doğru çekiştirdi. Arazinin ortasına, papatyalardan oluşan yere geldiğimizde elimi bıraktı ve yere bağdaş kurarak oturdu. Ben de karşısına aynı şekilde oturunca konuşmaya başladı. "Şimdi bugün buraya gelmek üzere çantama birkaç atıştırmalık koymuştum. Biraz piknik yapalım ne dersin?" Dedi ve birlikte sırt çantasındaki eşyaları ve atıştırmalıkları çıkarıp yere bir örtü sererek üstüne yerleştirdik. Bu sırada da konuşmaya devam ettik. Açıkcası Ekin ile ne konuştuklarını pek de merak etmiyorum. Eğer etseydim zaten bu süre zarfında Umut'un ağzından laf alabilirdim. Daha çok o konuşmuştu ben dinlemiştim. Sonra en son konu aşka geldiğinde kendisinin şu ana kadar 3 kez sevgilisinin olduğunu öğrendim. Bana uzun uzun onlardan bahsetti. En çok Merve adındaki sevgilisini sevmiş. 2 yıllık bir ilişkileri olmuş fakat arkadaşca ayrılmaya çalışmışlar. Merve arkadaşca görüşmeyi teklif etse de ayrıldıklarında Umut hala Merve'yi sevdiğinden dolayı reddetmiş. Ama yanlış anlaşılmasın Umut her ne kadar en çok Merve'yi sevse bile diğerleri ile de eğlencesine çıkmamış. Onlardan da oldukça hoşlanmış. Bana bunları anlattıktan sonra konu benim geniş (!) aşk hayatıma geldi. Şu ana kadar hiç aşık olmadım ; sadece 2 kişiyle çıkmıştım. Bir tanesi Rüzgar, gerçi pek çıkmış sayılmayız ama. Bir tanesi de lisedeyken bizim liseye yeni gelen " Ayberk" adında bir çocuktu. İyi bir çocuktu ve bizim ayrılmamız diğer sevgililer gibi aldatma veya kavga yüzünden olmamıştı. Arkadaşken daha iyi olduğumuzu düşünüp ortak bir kararla ayrılmıştık. Hala da ara sıra buluşup dertleşiyoruz. Bunları Umut'a anlattığımda Umut pek tepki vermedi. Sanki daha önceden biliyor gibiydi ama bunu sorgulamadım. Sonra bir yarım saat daha oturup dertleştik ve sonra birkaç fotoğraf çekinip arabaya bindik. O arabayı çalıştırırken ben de radyoyu açıp çekindiğimiz fotoğraflara baktım. Aralarında en beğendiğimi Whatsapp profil fotoğrafım yapıp uygulamadan çıktım ve şarkılardan bir tanesini seçip kulaklık takmadan hoparlöre verdim ve Umut'la beraber yol boyu ufak ufak eşlik ettik.Okula geri döndüğümüzde 3. Dersin yarısındalardı. Bu demek oluyordu ki biz Umut'la yaklaşık 3 saat 45 dakika sohbet etmiştik. Derslerimizin çoğu ortak olduğu için ve dersin ortasında giremeyeceğimiz için okulun içindeki kantinine oturduk ve sessizce biraz önce aldığımız kolalarımızı yudumladık. İkimiz de iki gün içinde birbirimize hayatımızı anlattığımız için şimdi konuşulacak pek bir konu bulamıyorduk.
Bir kaç dakika sonra ağlayarak buraya doğru gelen bir Derin vardı karşımızda. Tabi bizim burada olduğumuzu fark etmemişti. Hızlıca yerimizi belli etmek istercesine el salladım ve yanımıza gelişini izledim. Yanımıza gelip hıçkırarak ağlamasına devam etti. Ne olduğunu sorduğumuzda ise derste bir çocuğun ona sınıfın önünde laf sokup durduğunu,en son dayanamadığını ve sinirden ağladığını söyledi. Çocuğun adını sorduğumda adının Kuntay olduğunu dile getirdi. Derin'i sakinleştirmeye çalışarak da 45 dakikamızı harcadık ve herkes 3. dersten çıkarak 4. derse hücum etmeye başladık. Her zamanki gibi benim dersim Umut'unkiyle aynıydı. Bu yüzden beraber sınıfa doğru ilerledik. Sınıfa girdiğimizde Umut'la yanyana oturduk ve hocanın gelmesini bekledik. Hoca geldiğinde hepimizi yavaş yavaş süzdü. Dün bu hocanın dersi yoktu bu yüzden bugün bizi ilk görüşü. Gözlerini üzerimizden çektikten sonra ilk okuldaymışız gibi yer düzeni yapmaya başladı. Beni en arkanın en sağına koyunca keyifle yerime geçtim. Sıralar ikiliydi ve yanıma da bir çocuğu oturtmuştu. Yanıma kimin geldiğine pek önem vermeyip kulaklıklarımı kulağıma taktım. Sabah ne olur ne olmaz diye çantama koyduğum siyah kapüşonluyu çıkardım,giydim ve kulaklığım gözükmesin diye kapüşonunu kafama geçirdim. Hızlıca şarkı listeme girdim ve rastgele bir şeye basıp dinlemeye başladım. Dersi dinlememe pek gerek yoktu. Çünkü zaten Umut ile anlaşmıştık ve haftada 2 kere buluşup ders çalışacaktık. Bu dersin de bitimiyle okul da bitti. Keşke bugün hiç gelmeseydik. Sonuçta sadece bir derse girdik. Ekin'in beni alıp almayacağını bilmediğimden ona bununla ilgili bir mesaj attım ve yanıtını bekledim. Sadece 'İşim var.' demişti. Ben de bunu pek umursamadım ve çıkışa doğru ilerledim. Telefonumdan bir taksi çağırıp gelmesini bekledim. Gelince hızlıca binip evimin adresini verdim ve etrafı izledim. Yol çok da uzun olmadığı için kulaklıkla şarkı dinleme ihtiyacı duymamıştım. Taksi durunca parayı taksiciye uzatıp indim ve eve geldim. Eve girdiğim anda Umut mesaj atmıştı. Sakince mesajına tıkladım ve açılmasını bekledim. "Derin'in bize anlatacakları varmış. Küçük sincap, göreve!" demişti. Küçük sincap yazısına ufak bir tebessüm gönderip nereye gitmem gerektiğiyle ilgili bir mesaj attım ve cevap gelince uyuşuk adımlarla dışarı çıktım. Söyledikleri yer yakın olduğu için yürüyecektim.Kısa sürede oraya ulaşınca masada oturup beni bekleyen Derin ve Umut'un yanına gittim ve bir sandalye çekip ben de oturdum. Derin heyecanla bize bakarken ben de artık anlatması için kaşlarımı kaldırıp kafamı salladım. "Bugün biriyle tanıştım. Çok yakışıklı bir çocuk. Harika! Ve şimdi de sizinle tanışması için buraya çağırdım. Birazdan burada olur. İki şeyi merak ediyordum. 1.si biz Derin'le ne ara bu kadar yakın olmuştuk? 2.si çocuğun adı neydi? Birinci soruyu ona soramayacağım için ikinci soruyu dile getirerek "Adı ne?" diye sordum. Tam ağzını açarak söyleyeceği sırada arkamdan gelen kişiyi görmesiyle gülümsemesi genişledi ve "İşte geldi." dedi. Arkamı dönüp gelen kişiyi görmemle gözlerim yuvalarından çıkacak gibi olsa da hiçbir şey çaktırmamaya çalıştım...
Multimedia Ekin.