Ahırda işim bittiği zaman çıkarak içeri geçtim ve odama girip çalışma masamın başna geçtim. Kendimi koltuğa bırakarak önümde yığılmış olan kağıtlara baktım. Gündelik işlerime devam ederken şu an yaşadığım şeyler hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak için güvendiğim adamlarımdan birin yanıma çağırarak Kim ailesi hakkında daha fazla bilgi elde etmesini istedim.
Asırlardır dine düşkün olan bu ailede istediğim cevaplar olabilirdi, hiç değilse böyle olmasını umuyordum. Saatler geçerken önümdeki kağıtlar azalmıştı. Ağrımaya başlayan başımla alnımı ovuşturarak masadan kalktım, odadan çıkarak gördüğüm bir yardımcıya biraz istiharat edeceğimi ve beni rahatsız etmemelerini söyleyip yatak odasına geçtim. Beni boğan kıyafetleri çıkartarak sandalyenin üzerine bıraktım. İpek geceliği giyerek birkaç düğmeyi açık bıraktım. Kendimi yatağa bırakarak uzandım, bir zamanlar hastalığım yüzünden hasret çektiğim uykuya artık düşüncelerim yüzünden hasret kalmıştım.
Hastalığımı sadece evdekiler biliyordu, lakin onlarında ne olduğu hakkında kesin bir bilgisi yoktu. Bu bilgiyi saklamıştım. Nasıl iyileştiğimi kimseye açıklamama gerek yoktu, doktorun ağzını ise parayla sıkıca kapatmıştım. Bu artık bir sorun değildi. Asıl sorun üstesinden gelemeyeceğim kadar büyüktü. Kafamın içinde sürekli dönüp duran sorunları zihnimin derinlerine gömüp hayatıma odaklanmaya çalıştım. Bunda ne kadar başarısız olsamda başka çarem yoktu, gözlerimi yumarak uykuya sığındım. Bedenim gevşeyerek mayışırken bir süre sonra uyudum.
Yanıyordum, bu mecazi bir yanma değildi. Etrafım ateşlerle çevriliydi. Acıyı hissetmiyordum ama alevlerin sıcaklığı bedenimi sarıyordu. Başımı kaldırarak olduğum yere bakındım, çölü andıran bu yerde sadece ateş vardı. İlerde ise şatoyu andıran büyük bir taşlık alan vardı. Çevresi de aynı şekilde büyük taş tepeler ile çevriliydi. Ateşin boğucu dumanı atmosferin yerini alarak bir sis gibi yere çökmüştü. Adımlarımı şato olduğunu düşündüğüm yere çevirerek yürümeye başladım, her bir adımda vücuduma nüfus eden sıcaklıkla daha da kavruluyordum sanki. Büyük bir kapıya varınca temkinli adımlar ile sessizce içeriye ilerledim ama içerde hiçbir şey yoktu.
Bir şey bulma ümidi ile gezinirken yankılanan ayak sesleri duydum. Ardından içeriye öfke ile bağırarak konuşan biri belirdi ve onu koşuşturarak takip eden başkaları. Yüzlerini gördüğüm an geriye giderek sırtımı duvara yasladım ama beni görmediklerini anlayınca sessizce izlemeye devam ettim. Öfkeli ses tahta ilerlerken onu tanıdım, o bedenimin diğer sahibiydi. Diğer yanım.
Diğerlerinin yanında oldukça uzun ve yapılı kalan bedeninin yanı sıra oldukça güçlü bir duruşa sahipti. Tüm bu fiziksel özelliklerin yanı sıra kırmızı gözleri öfkeyle yıkanarak daha da parlak hâle gelmiş, odadaki herkesi delip geçmek ister gibi gözlerini birer birer üstlerinde gezindiriyordu. Sırtındaki geniş kanatlar tahta oturması ile yavaşça kaybolurken geriye doğru yaslanarak yayvan bir şekilde oturdu. Kimseden ses çıkmazken bakışlarımı sonunda onun üzerinden çekerek nihayet diğerlerine bakabildim. İnsan olmadıkları ilk bakıştan belli olsa da insandan parçalar taşıyorlardı. Kiminin yüzünün yarısı insan gibiydi, kiminin ise vücudu. Sessizlikle beraber süren incelemem ön saflarda duran kadının bir adım daha öne çıkarak tahtın önüne geçip konuşması ile tüm dikkatim onun üzerinde toplandı.
"Almış olduğunuz bu utanç verici yenilgi için kendiniz dışında birini suçlamaya kalkmayın, efendim."
Sesi kendinden emin bir şekilde çıksa da tınının altında gizli olan korkuyu ben bile hissetmiştim, ondan korkuyorlardı. Bunu o da hissetmiş olacak ki kısık sesli bir kıkırtı saldı sessiz ortama, ardından duruşunu düzelterek arkasına daha da yaslandı.
"Ne zaman hatalarımı bir başkasına attığımı gördün? Benim kadar sizinde yenilginiz bu. Şimdi ise intikamını beraber alacağız."
Oturduğu yerden hışımla kalkarak bir adım ileri geldi ve yüksek perdeden bağırdı.
"Derhal gidin ve kahini girdiği delikten çıkartıp getirin."
Ortamdaki adamlardan birkaçı başını öne eğerek bir iki adım geri attı. Daha sonra arkalarını dönerek hızlı adımlarla uzaklaştı. Az önce konuşan kadın tahta yaklaşarak yeniden tahta çökmüş olan adama baktı.
"Efendim, aklınızda ne var?"
Gözlerini yerden çekerek karşısında bir cevap bekleyen kadına baktı ve umursamaz bir şekilde gözlerini tekrar yere indirip kısık sesle konuştu.
"Dünya' ya geri dönmek için bir kuklaya ihtiyacım var, önceliğimiz onu bulmak olmalı."
Kadın sessizliğe gömülerek geri çekildi ve kahini beklemeye başladılar. Kısa süre içinde az önce ayrılanlar kollarından sıkıca tuttukları biri ile geri döndüler. Bu kahin olmalıydı, olan olayları anlamlandırmaya çalışırken kahinin kollarını serbest bıraktılar.
"Benden mi kaçıyorsun, kahin?"
Kahin bu soruyla beraber başını iki yana sallayarak gülümsemeye çalıştı, beceremeyince ifadesini bozarak düz bir suratla soruyu soran adama doğru baktı.
"Şeytandan kaçmak ne mümkün, efendim? Benden istediğiniz nedir?"
Kahinin sarf ettiği sözler ile istemsizce tekrar etrafıma baktım, cehennemdeydim. Farkındalık hissi üstüme çökerken kahin bir adım daha atarak cevabı beklemeden yeniden konuştu.
"Birini arıyorsunuz değil mi?"
Elinde sıkı bir şekilde tuttuğunu yeni fark ettiğim kumaş çantayı açarak içinden kitap çıkardı. Dizleri üzerine çökerek renkli bir toz ile yere bazı semboller çizdi, işi bitinde ellerini birbirine çarparak silkeleyip kitaba uzandı. Kitabın sayfalarını karıştırarak bir şeyler okumaya başladı. Dediği dili anlamadığım için neler olacağını beklemek ile yetindim. Bir süre sonra döktüğü toz alev aldı, kahin gözlerini kapatarak titremeye başladı. Nefes almakta bile zorluk çeker haldeydim, mümkünmüş gibi duvara biraz daha sindim. Kahin gözlerini açarak yüksek sesle bağırdı.
"Jeon Jungkook."
Bu iki kelime dehşetle gözlerimi açarak zar zor aldığım nefesi de keserken alevler sönerek ardında iz bırakmadan kayboldu. Kahin ise neden nefese bir eli kalbinde dururken konuşmaya başladı.
"Aradığınız kişi o, lakin onun gelmesi için uzun yıllar beklemeniz lazım. Sizin gücünüzü kaldırabilecek kişi o efendim."
"Jeon Jungkook demek."
Adımı onun ağzından duyduğum aniden uyandım, gözlerimi odanın içinde gezdirerek doğruldum ve terden ıslanmış bir halde yatağa oturdum. Masanın üzerindeki bardağa titreyen ellerimle uzanıp zorlukla birkaç yudum su içtim. Bardağı geri masaya bırakarak kıyafetlerimi çıkartım, çıplak kalan bedenimden bir ürperti gelip geçti. Yataktan kalkarak üzerime bir şeyler geçirip pencerenin önüne geldim. Gecenin ilerleyen saatleriydi, kaç saat uyuduğumu hedaplamaya çalıştım. Birkaç saat olmasına rağmen gördüklerimin etkisiyle çok daha uzun gelmişti.
Pencereyi açarak yatağa geri döndüm, kaçan uykumu görmezden gelerek yatağa uzanıp ellerimi başımın altında birleştirdim. Gözlerim tavanda gezinirken rüyamı düşündüm, rüya tabiri ne kadar doğru olmasa da.
Adımı söyleyişi tekrar kulaklarımda yankılandı. Biliyordu, bir gün beni bulacağını ve o teklifi kabul edeceğimi biliyordu. Bu asırlardır beklenen bir kehanetti, kehanet artık gerçekleşmişti.Lakin şu da bir gerçekti ki benim ona ihtiyacım olduğu kadar onun da bana ihtiyacı vardı. Biz birbirimize muhtaçtık. İstediği intikam için ona yardım etmemi istiyordu. Benim ise yaşamak için ona ihtiyacım vardı, ona istediğini verip karşılığında kendi isteklerimi almalıydım.
Kaybolmayan yorgunluk hissi tekrar kendini belli etmeye başlayınca bu düşünceleri bir kenara itip gözlerimi kapatarak yeniden kendimi bilinmezliğin içine bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ineffable / vkook
FantasyBana yardım elini kimin uzattığını bile göremeyecek kadar aciz bir haldeydim, sadece tek fırsatımı değerlendirip karanlığın içinden bana uzanan o eli sıkıca tuttum. Kalan tüm gücüm ile haykırdıklarımla beraber bedenimden içeri dolan dumanı hissettim...