Sabah genellikle erken kalktığım için bugünde erken kalkmıştım. Erken kalksam bile yatağımdan kalkmak hiç kolay olmuyordu. Yine de kendimi her sabah yaptığım gibi zorlayarak kalktım. Her sabah yaptığım cilt bakım rutinimi yaptıktan sonra kendime en çok yakıştırdığım renk olan bebek mavisi renginde kabarık bir elbise giydim.
Kahvaltı için aşağıya indiğimde ablam masadaydı. Kraliyet ailesinde kral ve kraliçe yemeğe gelmeden yada başlamadan kimse başlayamadığı için ablam yalnızca masadaki
kahvaltılıklarla bakışıyordu. Bende masadaki yerimi aldıktan tam 125 saniye sonra
Kraliçe annem Alisha masaya geldi. Parlak saçları herkesin aksine yalnızca omuzlarına kadar uzanıyordu fakat saçlarının kısalığı kimin umrundaydı ki. O yine de herkesin dikkatini üzerine çekmeyi başarıyordu.
Gözlerinin ela rengi saçları ile çok uyuyordu. Annemin tek sıkıntısı konuşamamaktı.
Evet, annem konuşamıyordu. Bebekken geçirdiği bir havale yüzünden doktorlar sakat kalabilir, hatta hastalığı ölümle sonuçlanabilir demişler. Ama annem ölmemiş, sadece konuşma yetisini kaybetmişti.Annemle yalnızca el hareketleriyle anlaşabiliyorduk. Ellerimle anneme "günaydın" hareketi yaptım. O da aynı şekilde cevap verdi. Ablam Ellie de aynı şekilde"günaydın" hareketi yaptı ve annem ona da cevap verdi.
Ellie, anneme fiziken daha çok benziyordu. Aralarındaki tek fark Ellie'nin saçları anneminkilere göre daha uzun olmasıydı. Açıkçası Ellie'nin bu özelliğini kıskanıyordum. Ama bu kıskançlığımın nedenini sorsalar cevap veremezdim çünkü içimde Ellie'e karşı bir güvensizlik vardı. Bu güvensizliğimden dolayıydı bu kıskançlık duygusu. Annem geldikten tam 844 saniye sonra Kral babam Rowan geldi. Evet, bir
Psikopat gibi saniye sayıyordum. Onun gelmesiyle bizde ayağa kalktık. Bu bir saygı göstergesiydi. Genelde kahvaltı yaparken hiç konuşmazdık ve bugünde bir farklılık olmadı. Kimse kimseyle konuşmadan kahvaltısını bitiren selam vererek masadan
ayrıldı.Daha sonra babamın ablam ve ben için özel olarak tuttuğu ders hocası Bay Axel, her gün olduğu gibi yine bize geldi. Her gün ondan yaklaşık 6 saat ders görüyorduk. Bunu yapmayı bazen canım istiyor, bazen istemiyordu. Bugünün de 6 saati bittikten sonra odama çekilip en sevdiğim kitap olan Küçük Prens'i okumaya başladım.
Bu kitabı 21. Bitirişim olmasına rağmen her seferinde sanki ilk defa okuyormuş gibi heyecanlanırdım. Kitabımı bir kere daha bitirdikten sonra okurken içtiğim kahvenin bardağını aşağı kata mutfağa bırakmaya indim. Evimizin bir camı direk ormana doğru
bakıyordu. Bu cam geceleri çok korkunç oluyordu. Küçüklüğümden beri bu camdan
geceleri uzak durmaya çalışırdım. Hatta bunun için ailemin beni psikolog ile görüştürdüğü oluyordu olmuştu ama ben bu korkumu hiç atlamamıştım. Çünkü benim
çocukluktan beri Xylophobia fobim vardı. Kahve bardağımın dibinde toplaşan kahveyi de içtikten sonra bardağı masanın üzerine koyup tam odama çıkacaktım mı merdivenin karşısındaki camdan ormanda bir canlının beni izlediğini,ben onu farkedince ağacın arkasına kaçtığını gördüm. O kadar korkmuştum ki çığlık atıp olduğum yerde bayılmıştım. Sonrasını hatırlamıyordum.
Uyandığımda bayılmamın üzerinden 20 dakika geçmişti. Annem, babam ve sarayın bütün çalışanları başımda duruyordu.
Annem el işaretiyle neden bayıldığımı sordu ve bende bütün gördüklerimi onlara anlattım.
Ellie'nin nerede olduğunu sorduğumda odasında uyuduğunu söylediler. Bütün saray halkı çığlığıma uykudan uyanmıştı fakat Ellie uyanmamıştı. Garipti.
Genellikle bu nedenle korktuğumda Ellie'nin yanında ağlardım . Çünkü kendimi ancak bu şekilde sakinleştirebiliyordum. Ellie'e her ne kadar güvenemesem de bunu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORMANDAKİ KATİL
Non-FictionOrmana giden insanlar geri donemiyordu. Bunun sebebi ne olabilirdi? Ormana mantar toplamaya giden insanlar geri donemiyordu. Krallıklar toplanıp buna bir çözüm bulmaya çalışırlar ve kral kızını orman fobisi olmasına rağmen 7 asker ile ormana gönderir