001 | tsunami waves lapped my hearts shore

70 8 11
                                    

[chapter 1] tsunaminin dalgaları kalbimin kıyılarına çarptı

hayat oldukça hızlı geçen bir şeydi, bunu tanıdığım bütün yaşlılardan, yetişkinlerden duymuştum.
sanki hayatları boyunca o anı beklemiş gibi derin bir nefes alırlar ve sadece dışarıdan huzurlu olan bir gülümsemeye bürünürlerdi "bir de bakmışsınız, 50 yaşınıza gelmişsiniz. her şey göz açıp kapayıncaya kadar bitmiş."

sıkıcı gelse de bazen ben de bunları düşünüyordum. hayatımı ve şimdiye kadar nasıl yaşadığımı, şanslarımı ve hissettiklerimi düşünüyordum. bazı uyuyamadığım gecelerin sonunda şimdiye kadar geçirdiğim 17 yılı aklımdaki kısa bir filme sığdırmıştım: sarışın düz saçlı bir çocuk yeşil tepelerin arasında beyaz kıyafetler ve çıplak ayaklarla hangi otları, böcekleri, çiçekleri ezdiğine aldırmadan umarsızca koşuyordu. kocaman bir taşın üzerinde zorlukla büyümüş tek bir karahindibayı eline alıyordu. eline alırken ilk hareket ettirdiğinde kopan tek bir beyaz tanecik vardı, tüyden bir şemsiye, bulutlardan minik bir parça gözyaşı. işte o parçada kendimi görüyordum.

bir gün tanıdığım herkesin beni terk ettiğini düşünürdüm. yolun ortasında hiçbir şeyim olmadan yürüdüğümü, hayatın bana tamamen yabancı olduğunu hayal ederdim. işte o hayallerde elime bakıyor ve yüzük parmağımı boş görüyordum.
bu boş parmak aklıma isimler, sahneler getirirdi. ben yine de bu sarsıntılara rağmen ayakta durmayı başarırdım.

ancak bazen öyle şeyler oluyor, acımasız çocuk size öyle bir nefretle bakıyordu ki sadece karahindibanıza geri dönmek istiyordunuz.

işte şimdi öyle bir zamandaydım, o sarsıntılar ayaklarımı sallandırıyor ve depremler yavaşça bedenimde yükseliyordu.

hayat ne kadar hızlı geçse ve buraya ilk geldiğim andan beri yaklaşık 2 ay geçmiş olsa bile bazı şeyler değişmiyordu.

sunoo ve nişanlısı değişmiyordu mesela.
kendime ismini anmayı yasaklamıştım. söyledikçe sanki bir şeylerin hayalini kuruyor, olurunu hesaplıyor gibiydim. ben de bütün ihtimalleri ortadan kaldırmak için çabaladım, ancak olmadı.

tam anlamıyla yeni tanımaya başladığım arkadaşlıklar ve girdiğim ortamlar sayesinde bugün bir partideydim. şu anki en yakın arkadaşım diyebileceğim jungwon bana bu gibi partilerin yaklaşık ayda bir yapıldığını söylemişti: gençlik için gerekliymiş, tüm okul katılır ve sosyetenin gelecekteki isimlerinin yapacağı dedikodulara ilham verirmiş.

partiye sadece okuldakilerin katıldığını sanıyordum, halbuki onların davet ettikleri de geliyormuş. sevgili kuzenim kavalyesi olarak tabii ki de ruh eşini davet etmiş.

ne güzel etmiş! diye çığlık attım içimden. aile toplantılarında ve okuldan sonra sunoo'yla çıktıkları randevularda onları bir arada görmemek için verdiğim tüm çabalara rağmen işte buradaydık: karşımda birbirlerine sarmaş dolaş durup konuşmaya çalışan sevimli(!) bir çift vardı.

gözlerimi çekmeye çalışıyor ancak yapamıyordum. istemeden de olsa onları süzerken bakışlarım parmaklarında geziniyor ve mor led ışıkların altında görünmelerinin bile mantıksız olduğu kırmızı yüzüklere takılıyordu, inadıma normalden daha da çok parlıyorlarmış gibilerdi.

gözüm kendi boş ellerime geliyordu. gereksiz yere baktığımı biliyordum, ben hayatımda ne birileriyle flörtleşmiş ne de doğru dürüst birinden hoşlanmış biriydim. bunları yapmış olsam bile, haptan daha içmemiştim. kesin bir kural olmasa da  18 yaşından gün almaya başladığın doğum gününde kullanılması bir gelenekti.

başımı geri kaldırır kaldırmaz geri indirdim, karşımdaki çiftin dudaklarımı birbirine kenetli bir halde görmek bu hayatta isteyeceğim son şeydi.
gitsene o zaman diyordum, git buradan çabuk, onlardan uzaklaş.
ama yapamadım, bacaklarım sarsılmıştı. kalbim inanılmaz bir ağrı içindeydi.

bir daha kafamı kaldırdığımda ise olan oldu.

göz göze geldim.

sunghoon'la göz göze geldim.

bir eli sunoo'nun belini kavramışken, dili ağzının içinde serenad yaparken ve nefesi onun tenine vururken bakışlarını ben aldım.
o öpüşmenin bir kısmını kasten olmasa da ben çaldım.

depremlerim arttı ve dalgalar artık okyanusta durmamaya başladı. sular şiddetle kumsallarımdan geriye çekilirken büyük bir alametin geldiğini anlamıştım. kaçmam gerektiğini anladım ve kendimi ileri attım, eğer bacaklarım çalışmayacaksa sürünerek de buradan çıkmaya razıydım.

insanların aralarından sıyrılırken ve bir odadan diğerine koşuştururken etrafımda olanlara dikkat etmek zordu, hatta benim durumumda imkansızdı.
yine de şansa bakın ki sonunda başımın dönmesi beni yere serdi. artık mutfağın köşesindeki duvara yaslanmış ve bütün dünyadan kaçabilmiştim.
ve hemen karşımda, yukarıda duran yarısı dolu vodka şişesi bana çok güzel gülümsüyordu.

boğazım acıyarak içtim o şişeyi. yavaş ancak azimli bir şekilde içimdeki soğuk dalgaları yakmaya çalıştım. elbette işime yaramadı.

en azından beni başka bir odaya kadar götürdü. kimin olduğunu bilmediğim bir evde kimin olduğunu bilmediğim bir odada yalnız başıma kaldım ve yumuşak yatağa yatıp tavandaki baloncukları izledim.

belki de dinginleşirdi sular, biraz daha yatar ve sonunda sızarsam giderdi.
akar ve yolunu bulurdu.

kapı açıldı, ani bir panikle kendimi yatağın diğer köşesinden aşağı attım. kimin geldiğini tabii ki de görmüyordum, sesi tanıdıktı ancak o anki sarhoş halimle herkesi benden bir parçaymış gibi görüyordum.

bu yüzden sanki hiç bir şey olmamış gibi bulanmış kafamla ayağa kalkmaya çalıştım, yatağın köşesinden kendimi yukarı çektim.
elbette kolay olmamıştı hiçbiri, yine de olay onlar değildi. sonradan hiçbir çabamı hatırlamayacaktım sonuçta.

ama o anı hayatım boyunca unutmayacağıma emindim.

sunoo'ydu bu.

elinin üzerindeki bir şeyle öyle panikle ilgileniyordu ki köşede ayağa kalkan sarhoşun tekini fark etmemişti.
ama o sarhoş, sunoo'nun elindeki kalemsi şeyi fark etmişti.

ben, sunoo'nun elindeki kırmızı kalem benzeri cihazı fark etmiştim. eline, spesifik bir yer belirtmek gerekirse yüzük parmağına, kırmızı bir şey çizmekte olduğunu görebiliyordum.

"ne yapıyorsun sen?" dedim tüm irademi toplayarak.
ve sunoo'nun gözündeki korkuyu açık bir şekilde gördüm.

işte o an yer yerinden oynadı, derin denizler yarıldı ve sular gökyüzüne çıkıp geri indiler. bulutlar batarken balıklar aya uçtu ve inanılmaz kaos başladı.
içimdeki tsunami yükseldi, yükseldi ve yükseldi. bütün kumsallarımı kapladı, binalarımı yıktı ve dünyamı yerle bir etti.

fırtına sona erdiğinde artık içimde hiçbir şey kalmamıştı: bir şey hariç.

artık durulan mavilerin üzerinde parçalanmış tahtalar yüzüyor ve kendilerine bir yol bulmaya çalışıyorlardı, ortada sandık mandık kalmamıştı. bir cam şişe ise büyükçe çatlamıştı ve suyla doluydu. mucize olsa gerek, içindeki kağıt rulo ise hiç ıslanmamıştı.

kağıt kırmızı bir iple bağlıydı.





bu iki bölüm kısa, giriş bölümleriydi. bundan sonraki bölümler daha olay odaklı olacak. umarım hoşunuza gidiyordur <3

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Dec 02, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

medicine : hoonkiWhere stories live. Discover now