Sonunda her şeyi göze alarak evimi bulmak için çıktığım bu yolun sonuna gelmiştim. Ağır adımlarla kapıya doğru ilerledim. O an sadece rüyamda ve düşlerimde hatırldığım o evin kapısını açacaktım. Elim kapı koluna gittiğinde istemsizce duraksadım. Bir anlığına şu an ki kendimi düşündüm. Çok başarılı bir psikiyatristtim. Bir ailem, kendim ait bir evim ve her bindiğimde ilk günkü heyecanı yaşadığım motorum vardı. İçeride ise beni bir ruh hastasına dönüştüren bir geçmişim. Kapı kolunu açtığımda bu sefer içeriye girmemi engelleyen şey kapının ne kadar zorlarsam zorlayayım açılmamasıydı.
Ne bekliyordum ki. Kapının anahtar olmadan mucizevi bir şekilde açılmasını mı? Kapıyı biraz daha hırpaladıktan sonra beni oldukça şaşkına uğratan bir ses duydum.
"Kim o?"
Evet kimdim ben.
" Kusura bakmayın hanım efendi. Şuan oturduğunuz ev 2008 senesinde babama aitti. Hatta dürüst olmam gerekirse hala babama ait olduğunu sanıyordum."
Kadın samimi bir şekilde gülümseyerek üzerimde ki kıyafetlerime baktı. Baştan aşağı siyah dar deri giyinmiş halimle onu daha da etkilemiştim.
Kadın tam bir şey söyleyecekti ki bu sefer kapıya başka birisi geldi. Hayatımda onlarca bir çift mavi göz görmüştüm. Ama bu renk sanki mavi değil huzurun göze yansımış haliydi. Siyah karışık sakala sahip olan bu adam kadının oğlu olmalıydı.
"Pardon kime bakmıştınız?"
"Aslında ben tekrardan kendimi bulmak için buraya gelmiştim. 2008 senesinde bu ev babama aitti. O zamanlar babamla kalıyordum. Ve içeride benim için çok değerli eşyalarım vardı." diyerek gerçeği söyledim. Genç adamın, sanki bu anı bekliyormuş gibi birden mavi gözleri parladı ve beni içeriye davet etti.
Yaklaşık yarım saattir mutfakta oturuyordum ve her şey değişmişti. Mesela bu mutfak masasıyla takım olan sandalyesinden birisinin kırık olması gerekiyordu. Çünkü mahallede beni ilk defa erkek arkadaşımla görür görmez babama yetiştirmiş, babamın sandalyeyi sırtımda kurmasını sağlamışlardı. Kadının adı Efsun'du. Oğlunun ismi ise Efe'ydi. Efe bana hayranlıkla bakıyor ve aklında ki her soruyu soruyordu.
"Yarım saattir burdayım ve sohbet ediyoruz. Yanlış anlamayın ikramlarınız ve hoş sohbetiniz için teşekkür ederim. Fakat buraya bir amaç için geldim. Burada bana ait önemli eşyalarım vardı. Onlara ne olduğu hakkında bir bilginiz var mı?" diye sordum.
Efe direkt söze atladı. "Günlüklerin ve üstünde ay deseni olan kutudan mı bahsediyorsun?. " Şaşırmıştım. 14 yıl boyunca çöpe atmak hiç mi akıllarına gelmemişti. "Annem sahibinin geleceğini umarak onları atmamıştı. Günlüklerini okuduk fakat kendinle ilgili hiçbir şey yazmamıştın bu yüzden seni bulamadım. Kutun ise hala kilitli. Aslında kiliti kırmak benim için hiçte zor değildi fakat sana saygı duyduğum için öylece sakladık." dedi Efe.
Geçmişimi okuyabileceğim için ve eski eşyalarımı göreceğim için çok heyecanlıydım. Bir an önce onları görmek istiyordum. Ve kolye. Kolye hala duruyor muydu içinde yoksa babam kutunun içinde ki işe yaramaz şeyleri atmış mıydı?
"Eşyalarımı geri alabilir miyim lütfen?"
Kadın ani bir şekilde masadan kalkarak eski yatak odamıza gitti ve kısa süre sonra elinde eşyalarım ile geri döndü.
"Al bakalım kızım."
"Eşyalarımı yıllarca sakladığınız için teşekkür ederim Efsun hanım. Bana nasıl bir iyilik yaptığınızı tahmin bile edemezsiniz."
Efsun hanım kendisiyle gurur duyduğunu beni ellen bir ses tınısıyka teşekkür etti.
"Ayrıca Efsun hanım bir şey için daha teşekkür ederim. Benim için bu evin hiçbir anlamı yoktu. Hatırlamak bana sadece acı veriyordu. Ama siz ve oğlunuz sevginizle bu evi resmen iyileştirmişsiniz. Bu ev eskisi kadar korkutucu gözükmüyor. "
"Ne demek yavrucum. Ne zaman istersen gelebilirsin." diyerek bana sarıldı."
"Rica etsem arka bahçeye çıkabilir miyim?."
"Tabi ki yavrum istersen Efe de sana eşlik etsin."
"Biraz yalnız kalsam kendimi daha iyi hissederim." Dedim ve aceleci adımlarımla arka bahçeye geldim. Şuan yemyeşil ve rengarek çiçeklerle dolu olan bahçe beni yine çok şaşırtmıştı. Çünkü şuan pembe lalelerin ekili olduğu yerde eski köpeğimin kulübesi vardı. İşte o an gözümden bir yaş göğsüme doğru süzüldü.
Köpeğim Süt'ü çok seviyordum. Bembeyaz bir köpekti ve çocuk aklımla ona hep Süt diye seslenmiştim. Bir gün Süt pirelenmiş ve bizim evimize de bunu bulaştırmıştı. Babam Süt'ü dövmüş ve kanlar içinde bırakmıştı. Süt'ü son hatırladığımda bembeyaz tüyleri kan yüzünden kıpkırmızı olmuştu. Efsun hanımların hamağına oturmadan önce cebimden küçük bir anahtar çıkartmıştım. Hamağa oturup bu kutuyu açmak isteyip istemediğimi bir kez daha düşünmüştüm.
Kutuyu açtığımda beni ilk olarak toprak kutusu karşılamıştı. Süt'ün mezarında ki toprak. Toprak dolu şişeyi kenara bıraktım ve elime gelen ikinci şeyi kendime daha çok yaklaştırdım. 12 yaşında babamın bana sen okumayacaksın senden hiçbir şey olmaz sen sadece zevklerin için yaşıyorsun diyerek kırdığı gitarımın telleri. Teller kalbimden daha çok paslanmıştı. Telleri de kenara koydum. Daha bir çok eşya vardı. Babamın anlık siniri ile beni bıçakladığı bıçak ellerimde öylece duruyordu. Ped alıp gazeteye sarmadığım için de dövmüştü ve o ped paketinden bir tanesini saklamıştım. Baktıkça acı çektiğim daha bir çok eşya vardı.
O zamanlar en yakın üç arkadaşım vardı. İnci, Ahmet ve Mert. Üçü de benden iki yaş büyüktü. Üçü de aynı sınıfta okuyordu. Tenefüslerde bir araya geliyorduk. Beni prenses gibi hissettiren inci'nin çalıştığı yerde kullanılan dondurma çubuğu duruyordu. Mertle beraber babama ders çalışmak için Nisalara gidiyorum diye yalan söyleyip beraber sahile gittiğimiz ve beraber topladığımız deniz kabukları duruyordu. Kabukların bir tanesini elime alıp baktığımda Mertin el yazısıyla 'Her zaman, her yerde.' yazısını okudum. Mert her zaman , her yerde benimle olacağına söz vermişti. Şuan dönüp baktığımda Merti göremiyordum. Yaklaşık yirmi dakika sonra kutuda son bir eşyam kalmıştı. Melek kanatları olan kolyem. Ahmet ona ölüm kolyesi diyordu. Mert ise kurtuluşun kolyesi. Benim için ne ifade ediyor o zamanlar bilmiyordum fakat şuan biliyorum. Mertcan haklıydı. Bu bir ölüm kolyesiydi. Çünkü bu kolyeyi her taktığımda acı çekiyor ve ölmek istiyordum. Peki ya şimdi?
Hala ölmek istiyor muydum? Acılarımı sarmıştım. Acılara alışmıştım. Ancak şuan. Tam da şu an içimde sürdürdüğüm ateş tekrardan tutuşmaya başlamıştı. Ellerimi boynuma yaklaştırıp kolyemi takmıştım. Bir elim kolyemi tutarken diğer elim babamın bıçağına gitmişti bile. Ben Leyle Kıran. Çoklu kişilik bozukluğu tanısı konulmuş bir hasta. Ben Leyla Kıran. Ailesine çok güçlü bir kadın olduğunu kanıtlamış o küçük kız çocuğu. Ben Leyla Kıran. Her zorluğa rağmen her şeyin üstesinden gelmiş olan o kadın. Ben Leyla Kıran. Karanlıkta bile kendi ışığı ile yaşamış o kadın. Ve ben Leyla Kıran. Kendisini öldürecek kadar çok seven o bencil kadın.
Bıçağı hiç düşünmeden kalbime saplamıştım. Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçmiyordu. Üşümeye başlıyordum. Canım yanıyordu. Ama biliyordum. Sonunda bir kurtuluş olacaktı. Ama inanıyordum kendime. Acılarım son bulacaktı...